KÜRTLERDE KÜLTÜREL GELENEĞİN OLUŞUMU VE ZERDÜŞTLÜK-2
14 Îlon 2013 Şemî
Aryen mitolojisine göre Zerdüşt doğduğu anda sesli gülmeye başlar, bunun üzerine kötü ruhlar ondan korkarak kaçışıp çevresinden uzaklaşırlar. Böylece kötülüğe bulaşmadan arı ve temiz bir insan olarak büyür
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
“Kürt kültür direnişçiliği”
Zerdüştlüğün Kürt direniş tarihinde bir sembol olarak işlev görmesi, sadece Med dönemi öncesi ve Med çıkışıyla sınırlı bir değildir. Daha sonraki süreçlerde de İslam feodalizminden kapitalist sistemin inkârcı ve imhacı politikalarına kadar pek çok dış baskıya karşı bir kültür direnişçiliği biçiminde Kürt tarihinde yerini almıştır. Nitekim Önder Apo’da bu hususa dikkat çekerek Zerdüştlüğün “Kürt kültür direnişçiliği” olduğunu; İslam fetihlerine karşı varlığını korumanın en güçlü aracı olduğunu belirtmektedir. Zerdüştilerin kalıntıları olan Ezidi Kürtlerinin temel figür olarak yer aldığı ünlü Dewrêşê Evdî Destan’ının özünde İslam adına dayatılan Arap kültürüne karşı Kürt direniş destanı olduğuna dikkat çekmiştir.(7) Zerdüşt öğretisinin özgürlükçü ahlakından ve insan iradesine büyük önem veren yaklaşımından beslenen Kürt kültür direnişçiliği, günümüzde de halen varlığını devam ettirmekte, Kürt Özgürlük Hareketi şahsında, çağdaş devrimci-demokratik değerlerle de harmanlanıp 20.yüzyılın son çeyreğinden bu yana Kürt varlığının korunmasında ve geliştirilmesinde temel bir rol oynamaktadır. Böylece M.Ö. 3.000’lerden günümüze uzanan beş bin yıllık bir direniş kültürü ve çizgisi, Kürt tarihinde somut bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, Zerdüşt adıyla somutlaşan ve sembolleşen bir direniş geleneğidir. Zerdûştî önderlik, Sümer köleci sisteminden günümüz kapitalist-emperyalizmin ideolojik, politik ve askeri saldırılarına kadar tüm dış tehdit ve tehlikelere karşı Kürt direniş kültüründe temel bir semboldür.
Aryen mitolojisinde üçüncü Zerdüşt olarak anılan Zerdüşt peygamberin M.Ö. 660 yılında (bazı kaynaklara göre ise M.Ö. 685 yılında) Medya’nın kuzeydoğu bölgesindeki Urmiye’de doğduğu yazılmaktadır. Kendisinin yazdığı Gatha’lardan, Spitama adındaki bir Med kabilesine mensup olduğu; babasının adının Porşev ve annesinin adının ise Dexo olduğunu öğreniyoruz.(8)
Zerdüşt, kendisinden önceki Mag rahipleri tarafından geliştirilen Mazdaizmi reforme ederek dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek bir öğreti oluşturur. Mazda dininde ve Hint mitolojisi ile dinsel inancında da gördüğümüz Aryen kültürünün üç önemli figürü olan İndra, Mitra ve Varuna adlı tanrıçaların bileşiminden Ahura Mazda adıyla tek tanrılı bir sistem yaratır. İbrahim örneğindekine benzer şekilde çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçiş sürecini başlatmasından ötürü ve bir de yaşadığı çağın dünyasında genelde kendini ifade etme tarzı din formatıyla olduğu için peygamber olarak kabul edilmekteyse de, öğretisi felsefeye, duruşu filozofa daha yakındır. Onun, özgürlük ahlakını temsil eden öğretisi, M.Ö. 700 ila 550 yıllarını kapsayan dönemde, bir nevi Kürt zihniyet ve ahlak devrimi olarak Med çıkışında ve Med-Pers uygarlığının inşasında ideolojik ve kültürel temel teşkil etmiştir. Böyle bir temel ve zemin olmadan bir uygarlıksal çıkış düşünülemez. Salt zor ve şiddet yöntemleriyle yine askeri ve siyasi güce dayanarak uygarlık inşası mümkün değildir.
“Temelinde güçlü ideolojik harç olmayan hiçbir güçlü siyasi ve uygarlıksal oluşum, gerçekleşme şansına sahip değildir. Med-Pers imparatorluğu doğmadan önce, ideolojik temel ve kimlik, böyle bir irade-zihniyet devrimi ile hazırlanmaktadır. Zerdüşt bu irade devriminin en güçlü temsilcisi olmaktadır. Nasıl ki İskender, hocası olan büyük Aristo’ya dayanarak tarihin o zamana kadarki en büyük imparatorluğunu kurmuşsa, Med-Pers imparatorluğunun kurucuları da Zerdüşt ahlakına dayanarak bu rolü oynamışlardır.”(9)
Zamanla bir dünya imparatorluğu konumuna yükselen Med-Pers İmparatorluğu’nun bu başarısının askeri güçten ziyade Zerdüşt öğretisi ile bağlantılı olduğu tüm tarihçiler tarafından da kabul edilen bir olgudur. Bu konuya ilişkin tarihçi Andre Ribhard şunları belirtmektedir:
“…M.Ö. 663’ten başlayarak bu ulusal çaba, Med’ler için bir gelenek değeri kazanmıştı. Zerdüşt, Med’lerin geleceğe olan güvenini ifade ediyordu. Ortadoğu dünyası korku ve yürek sıkıntısı içinde yaşarken ve Med’lerin mezarlarından akbabalar, kulelerde teşhir edilen insan cesetlerini gagaları ile didikleyip parça parça ederken, Med’lerde bu düşünüş, tıpkı tepelerde Arilerin aydınlık tanrısını ululayan alevler gibi yükseldi. Zerdüşt tapınma törenleri rahibin içtiği kutsal sıvının içilmesine, okunmuş suya ve ekmek sunulmasına indirgenmişti. Bu tek tanrılığa yönelme eğilimleri… Eylem ve davranışların terazisinde ağırlığı ahlak değerlerine veriyordu. Zerdüşt kötülüğe karşı iyilik mücadelesinde, iyiliğin zaferi için vazgeçilmez çabanın harcanmasını büyütüyor ve bu cenneti gerçekleştirip ahir zaman kurtarıcısı Mesih’in geldiğini haber verecek olan son hükmünü ululuyordu. Böylece bu insanın etrafında bütün bir halk umut kazanırken, Medya yaylası üzerinde Keyaksar intikam aletini dövüyor, ordusunu hazırlıyordu.”(10)
“Med işbirlikçisi”
Temelinde güçlü bir kültür mirası bulunan, ideolojik gıdasını Zerdüştün özgürlükçü ahlak ve zihniyet devriminden alan ve politik-askeri gücünü ise Keyaksar, Kyros, Darius gibi kişiliklerin temsil ettiği efsanevi Kawa figüründe sembolleşen Med-Pers uygarlığı, M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren parlak bir çıkış yaparak o çağda bir eşi daha olmayan dünya imparatorluğu ve uygarlığının öncüsü konumuna yükselmiştir. Herodot gibi ilk çağ tarihçileri kadar çağdaş tarihçiler de bu gerçekliği kabul ve teslim etmektedir.
Med’lerin o zamanın dünyasındaki yeri ve Grek toplumu karşısındaki üstün konumunun açıkça anlaşılmasında Herodot çarpıcı bir örnek verir. O dönemin Yunan toplumunda yönetime aykırı düşen ya da karalanmak istenen kişilere “Med işbirlikçisi” diye suçlama getirildiğini belirtir. Bu Med’lerin kendi döneminde bir nevi “süper güç” olduğuna işaret etmektedir.
Aynı şekilde çağdaş tarihçi ve siyaset bilimcilerden A.G.Frank ve B.K.Gills de, “Büyük İskender kısmetini aramak için Doğu’dan başka nereye yönelebilirdi?” sözleriyle aynı üstün konuma işaret etmektedirler. Ancak bununla da kalmayıp Avrupa merkezci çarpıtmaların aksine yorumlarını şöyle devam ettirmektedirler: “Bir dünya sistemi yaklaşımı, eski klasik tarih de içinde olmak üzere, dünya tarihinin büyük bölümünde Avrupa’nın hep marjinal, Batı Asya’nın (Ortadoğu) ise hep merkezi konumda olduğunu açıkça ortaya koyar.”(11)
İskender şahsında bir anlamıyla da Batı’nın, Doğu karşısındaki durumuna dair en açıklayıcı yorumu yine Önder Apo yapmaktadır:
“Med-Pers Uygarlığı, Doğu’nun son görkemli ve göz kamaştırıcı İlk Çağ uygarlığıdır. Yine gelişen klasik Yunan uygarlığına göre her bakımdan kıyas kabul etmez bir üstünlüğe sahiptir. Aristo’nun öğrencisi İskender aslında derin bir Doğu kültür kompleksi altında kıvranan, buranın muhteşemliğine sahip olmak için kıvranıp duran çevre ülkenin yeni yetme barbar istilacısı konumundadır.”(12)
Kısmetini aramak için İskender’in Doğu’ya yönelmesi bu nedenledir. Doğu’nun Zerdüşt geleneğinden kaynaklı bu kültürel üstünlüğü var olduğu müddetçe Batı gerçekten de hep “sıra dışı” konumda kalmıştır. Ne zaman ki imparatorluk Pers hanedanı tarafından ele geçirilmiş ve Zerdüşt öğretisi yozlaştırılarak niteliklerinden ve özünden uzaklaştırılmış, artık Darius’un askeri-siyasi gücü onu ayakta tutmaya yetmemiştir. Buna karşılık aynı dönemlerde, Doğu’dan aldıklarını Ege’nin iki yakasındaki felsefi düşünce gücüyle de yoğurarak bir Grek kültür sentezi yaratan Helenler, kültürel üstünlüğü sağlamayı başarmış ve böylece İskender’e zaferin yolunu açmışlardır.
Avesta M.Ö. 600 yıllarında Zerdüşt tarafından yazılmıştır
Med-Pers uygarlığının ruhu diyebileceğimiz Zerdüşt öğretisi ve kültürünün özü ve özellikleri nedir? Maddiyatı geri plana itip zihniyet ve ahlak boyutunu esas alan Zerdüşt kültürünün, Zerdüşt öğretisinin özü AVESTA’da yer almaktadır. Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Avesta, aynı zamanda Kürt kültürünün de temel kaynaklarından birisidir. Avesta’nın günümüzde yaşayan bölümü Gathalar -Yunanlıların Zoroaster, batılıların Zaratuştra dedikleri- Zerdüşt’ün kendi özdeyişleridir. Önemi buradan gelmektedir. Kürtçenin Kurmanci lehçesinde Gatha=gotin kelimesi halen de “söz”, “deyiş” anlamında kullanılmakta olan canlı bir sözcüktür.
Aryen mitolojisine göre Zerdüşt doğduğu anda sesli gülmeye başlar, bunun üzerine kötü ruhlar ondan korkarak kaçışıp çevresinden uzaklaşırlar. Böylece kötülüğe bulaşmadan arı ve temiz bir insan olarak büyür. Büyüdüğünde, bilge ve hakkaniyetli bir kişilik olduğu için, çevresindeki haksızlık ve cehaletten duyduğu rahatsızlık nedeniyle inzivaya çekilir. On yıl kadar devam ettiği söylenen bu inziva döneminde, çekildiği mağarada tanrı Ahura Mazda kendisine görünür ve kutsal kitap Avesta’yı ona verir. Dikkat edilirse bu mitos hemen hemen olduğu gibi, İslamiyet’in doğuşunda, Hira Dağı’ndaki mağarada baş melek Cebrail tarafından Kuran’ın ilk ayetlerinin Muhammed’e bildirilmesi olayında da karşımıza çıkmaktadır.
Tarihçilere göre Avesta M.Ö. 600 yıllarında Zerdüşt tarafından yazılmıştır. Bizzat halk arasında dolaşarak yayılmasını da kendisi sağlamıştır. Tamamı 21 kitaptan -72 Yasna’dan- meydana geldiği söylenen Avesta’dan ne yazık ki günümüze çok az bir bölüm ulaşabilmiştir. Kutsal Kitap’ın Gathalarından geriye kalan 17 Yasna’lık (Yasna=bölüm; Kur’an’daki sure benzeri) küçük bölümden bile, Zerdüşt öğretisinin güçlü ve zengin niteliklerini anlayabilmek mümkündür.
Şiirsel formda yazılan Avesta’nın dilinin o çağda kullanılan Med dili olduğu konusunda tarihçi, dilbilimci ve diğer araştırmacıların büyük çoğunluğu arasında genel bir görüş birliği bulunmaktadır. Halkın geniş kesimleri tarafından anlaşılabilmesi için basit ve anlaşılır bir Kürtçeyle yazılmıştır. Birçok dilbilimci Avesta dilinin günümüz Kürtçesine çok yakın olduğunu, özellikle Kürtçenin Zazaki lehçesiyle büyük benzerlikler içerdiğini kabul etmektedir.
Örneğin, Avesta dilindeki sayılar neredeyse olduğu gibi bugünkü Kürtçede de kullanılmaktadır:
Avesta Kürtçe Türkçe
aeva yek (Zazaca jou, you) bir
dva du iki
thri sê (Zazaca, hiri) üç
cathwar çar, çıhar dört
panc pênc beş
hşvaş şeş altı
hapta heft yedi
aşta heşt sekiz
nava neh dokuz
dasa deh (Zazaca, des) on
dvadasa donzdeh on iki
pancadasa panzdeh on beş
visaiti bist (Zazaca, vist) yirmi
sata sed yüz
duyesata dused iki yüz
hazangra hezar bin
Zamirlerde de aynı benzerliği görmek mümkündür.
Avesta Kürtçe Türkçe
azem ez ben
tu, tum tu sen
vaem em biz
Soru ve işaret zamirleri daha çarpıcı benzerlikler içerir.
Avesta Kürtçe Türkçe
kutrha kuda (Zazaca, kutra) nereye
çati, çu çı (Zazaca, çıta) ne
kedaken kengî ne zaman
çu çawa nasıl
cvant çend kaç
ta, aeta itya (Zazaca) bu, burası
itha itya (zazaca) burası
Sadece alfabenin ilk iki harfinden verilecek kimi sözcük örnekleri bile Avesta’nın Kürtçe yazıldığını kanıtlamaya yeterlidir.
Avesta Kürtçe Türkçe
ahşın heşın yeşermek
aspa hesp at
athar agir ateş
asru hêsir gözyaşı
asman ezman gökyüzü
ap av su
aiş aştî barış
asta hestî kemik
awra awr, ewr bulut
baxta bext kader
bereza berz yüksek
bandem bend ip
bara bar yük
bratar bra, brader kardeş (erkek)
buza bizin keçi (13)
Verdiğimiz bu sınırlı örnekler bile Avesta dili ile günümüz Kürtçesi arasındaki yakınlığı görmek için yeterlidir. Arada binlerce yılın (yaklaşık 2500 yıl) geçtiği de göz önünde bulundurulduğunda, bunun aynı dil olduğu anlaşılacaktır. Günümüzün en yetkin ve gelişmiş kabul edilen her hangi bir dilini 2500 yıl önceki hali ile karşılaştırsak bu düzeyde bir benzerlik gösterebileceği şüphelidir. Dünyada bu kadar uzun bir geçmişe sahip kaç dil olduğu da ayrı bir konudur.
Bir Kürt kültür direnişçiliği, zihniyet ve ahlak devrimi olan Zerdüştizm, düalist düşünceye dayalı, o döneme değin pek görülmeyen ve alışılmayan bir inançlar kümesi ve değerler sistemidir. Düşünce, söz ve eylem birliği ve tutarlılığı, Zerdüştlüğün en çok bilinen o ünlü “İyi düşün, doğru söyle, güzel yap” özdeyişinde ifade edildiği gibi mükemmel bir biçimde sağlanmıştır. Evrensel düşünce, uygarlık ve kültür tarihinde ender rastlanan parlak bir atılım örneği olarak yer edinmiş bulunan Zerdüşt öğretisi, dini olduğu kadar felsefi boyutlara da sahip olan bir öğretidir. Bundan ötürüdür ki, Zerdüşt hem peygamber hem filozof yine yarı peygamber yarı filozof bir kişilik olarak değerlendirilmektedir.
Dinsel açıdan Neolitik çağın zihniyetine ve tanrı anlayışına yakın olması, doğa ile uyuma kutsallık derecesinde önem vermesi, tarım devriminin değerlerine, zirai üretime ve emeğe büyük saygı ve değer atfetmesi gibi özelliklerinin yanı sıra, Zerdüşt’ün dinde yaptığı kayda değer reformlardan birisi de hayvanları kurban etme geleneğine son vermesi, bunu yasaklamasıdır. Böylece tanrılara insan kurban etme geleneğine son veren İbrahim çizgisini bir adım daha ileriye götürmektedir. Hayvanları kurban etme yerine tarımsal üretimde güçlerinden yararlanmayı, ayrıca süt, yün, yumurta vb. gibi ürünlerinden istifade etmeyi esas almak gerektiğini belirtmiştir. Öte yandan tanrılara da kanlı kurbanlar yerine süt, bal, şarap veya bunların karışımından yapılmış içkilerin adak olarak sunulmasını savunmuştur. Su ile birlikte zamanla bölgede önemsenen bu dört içecek, daha sonraki kutsal kitaplarda “Cennetteki dört ırmak” biçimine dönüşmüştür.
Zerdüşt’ün bu doğa ve hayvan sevgisi, hayvanların öldürülmesini yasaklama kuralını da birlikte getirmiştir. İnsanları ve hayvanları mecburiyet ve kendini savunma dışında öldürmeyi büyük kötülük sayan Zerdüşt, bu tür davranışların inancına aykırı olduğunu açıklamıştır. Böylece meşru savunma dışında şiddet kullanımına da karşı çıkmakla çağına göre çok ileri bir anlayış düzeyini yakalamıştır.
Zerdüşt tarafından dinde yapılan önemli reformlardan birisi de; ibadet, tören ve ritüelleri hafifleterek en aza indirmesidir. Bilindiği gibi çok tanrılı köleci dönem dinlerinde insan kuldur ve tanrılara, tanrı-krallara karşı son derece ağır görev ve sorumlulukları vardır. Bu temeldeki ibadet, ritüel ve sunumlar insanların sırtında gerçekten ağır bir yük olmuş ve özgürleşmenin önünde de ciddi bir engel teşkil etmiştir. Zerdüşt ibadet olgusunu alabildiğine sadeleştirip, insanlığı bu ağır yükten kurtarmakla, onların tanrılara değil kendilerine vakit ayırmasının koşullarını yaratmıştır.
“Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar sizler Zerdüşt’ün yolunu şaşırmış çocuklarından başka bir şey değilsiniz.”
İbrahim’in tek tanrı geleneğini sürdüren Ahura Mazda adıyla geliştirdiği tek tanrı düşünce ve inancını İran, Kürdistan ve Anadolu’ya yayan Zerdüşt peygamber, birçok yeni kavram ve olguya da kendi inanç sistemi içerisinde yer vermiştir. Bunların birçoğu, daha sonra üç büyük dinin kutsal kitaplarında da yer almıştır. Kıyamet inancı, ölülerin yeniden dirileceği düşüncesi, mahşer günü ve orada kurulacak büyük mahkeme (Mahkeme-i Kübra) inancı, farklı görevleri olan kutsal melekler inancı, üzerinden ancak günahsızların geçebileceği ince ve keskin Sırat Köprüsü (Cinvat pereto=pira siratê) inancı hemen hemen aynı sayılabilecek biçimde önce Tevrat’a ve oradan da İncil ve Kuran’a geçmiştir.
İslam dininde, Müslümanlığın beş şartından ilki olan Kelime-i Şahadet inancının neredeyse olduğu gibi Zerdüşt inancından alındığı belirtilmektedir. Zerdüştilerin Fravarane (itikat) adını verdikleri, tanıtım amaçlı temel bir dini cümleleri vardır, şöyledir: “Ben kendimi, Mazda’nın tapıcısı ve Zerdüşt’ün takipçisi olarak açıklıyorum.” Bu deyiş İslam dinine, “Ben Allahın birliğine, Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna tanıklık ederim” biçiminde Kelime-i Şahadet adıyla geçmiştir. Benzerlik yorum gerektirmeyecek kadar açıktır.
Yahudi dininin, Zerdüşt döneminden önce var olan bir din olduğundan kalkarak bu iddiaya karşı çıkanlar, bunu bir çelişki gibi göstermek isteyenler olmuştur. Ancak ortada herhangi bir çelişki olmayıp, bunlar kanıtlanmış hususlardır. Yahudilerin Babil sürgünü bilinmektedir. Araştırmacılar, bu kavramların, Babil dönüşü sonrasındaki Tevrat’ın yeni yazılımlarında yer aldığını somut kanıtlarıyla ortaya koymaktadırlar. Örneğin, 1750-1820 yılları arasında yaşamış Fransız araştırmacı, Kont de François Volney, Tevrat’ın temel düşüncelerini Zerdüştlükten aldığını “Les Ruines” adlı kitabında -Zerdüşti bir din adamına söylettiği- şu sözlerle dile getirmektedir:
“Ey Yahudiler ile onların çocukları Hıristiyanlar, Musa’nın sandığınız kitap, Musa’dan 600 yıl sonra yazılmıştır. (…) O kitabı kaleme alanlar; ruhun ölümsüzlüğünü, ölümden sonraki yaşamı, cennet ve cehennemi, insanların çektiği acıların en büyük nedeni olan kötülüğün başkaldırmasını bizim peygamberimiz Zerdüşt’ten öğrenmişlerdir.(…) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar; iddialarınızın anlamı ne olursa olsun, sizler kendi manevi varlık âleminin içinde, Zerdüşt’ün yolunu şaşırmış çocuklarından başka bir şey değilsiniz.”(14)
Konuya ilişkin, “Yaşayan Dünya Dinleri” adlı eserinde Frederic Spielgberg ise şunları söylemektedir:
“Zerdüşt’ün inancının Babil alanlarına hakim kılınması ile o alanlarda yaşamakta olan Yahudi dini inancına mensup olanlar üzerinde etkileri büyük olmuştur. Ruhun ölümsüzlüğü ve şeytan, melek olguları ile sırat köprüsü gibi olgular Yahudi dini inancının sürgün öncesi yazılı belgelerinde yoktur ve bunların Zerdüşt inancından alındıkları düşünülmektedir. Buradan da Hıristiyanlığa ve İslamiyet’e etkileri olduğu açıkça ortadadır.”(15)
Devam edecek…