KADIN VE EKONOMİ
25 Çile 2014 Şemî
Kadının gerçek ekonomiyi yani ev yasasını oluşturmasına rağmen bin yıllardır ekonomiden uzaklaştırılması ve yabancılaştırılmasına dur diyebilmek önemlidir
Bermal HAKKÂRİ
Ekonomi daima grupların işidir. Ahlaki ve politik toplumun gerçek bir demokratik alanıdır. Ekonomi demokrasidir. Demokrasi en çok ekonomi için geçerlidir. Ekonomi asla işçi-patron ilişkisi değildir. (Abdullah Öcalan)
Tüm değerleri sömürülen, maddi, manevi ve düşünsel olarak her şeyi elinden alınmış olan kadın, ekonomiden de uzaklaştırılarak her şeyden yoksun bırakılmıştır. Kadın yaptığı üretim ve yaratıcı özeliği, topluma öncülük misyonu ile toplumsal örgütlülüğü pek çok şeyde olduğu gibi ekonominin gelişimine ve toplumun birlikte yaşam anlayışı, maddi ve manevi değerlerini birlikte sürdürme anlayışını oluşturmuştur.
Ekonomi toplumun üretim faaliyetlerini dile getiren ve bizzat bu etkinlikten doğan ilişkilerin tümünü kapsamaktadır. Kavram olarakt ev yönetimi anlamına da gelmektedir. Esas ekonomiyi oluşturan ve örgütleyen, toplumun ahlaki yapısını emeğe dayalı ve emeğin kutsallığını sağlayan ve geliştiren kadın ve kadın zihniyetidir. Çocuğu yetiştiren, toplayıcılık, paylaşımcı özeliği ile toplumu ve bireyleri etrafında toplamakta, örgütlemektedir.
insanlık on binlerce yıl çeşitli şekillerde yaşam mücadelesini vererek maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılama çabasını vermiş ve halende vermektedir. Keşfedilen üretim ve üretim araçları toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte olmuştur. Bu anlamlı ve değerli kazanımlar sonucu bireylerin bir araya gelmesi ile kabileler, aşiretler oluşturulmuştur. Grupların yaşam ve ekonomi anlayışı demokrasiden uzak değil tam tersine iç içedir. Ekonomi ne kadar demokrat ise o denli bireye ve topluma da kendi öz iradesini katma şansını vermiştir.
Günümüz ekonomi (sözde ekonomi) anlayışını takip edip yorumlamaya çalışırken karşımıza ekonomi değil ekonomi canavarı çıkmaktadır. Ekonomiden ziyade kâra ve çıkara dayalı, insan emeğinin sömürüldüğü ve değersizleştirildiği bir manzara ile karşı karşıya kalmaktayız. Peki, ne oldu da insanlar birbirlerinin başına bu felaketleri getirebildiler? Birilerinin zengin birilerinin fakir olması gerekli miydi? Binlerce hatta milyonlarca insanın 24 saat gece gündüz demeden bir avuç tekelci ve çıkarcı kesimlere hizmet etmeleri bir kader miydi? Ne oldu da insanlar ve insan ilişkileri bu kadar değersizleşti ve çıkarsallaştı? Üretimin yapıldığı, birbirinden karşılıklı olarak faydalanan ve öz iradeye dayalı yaşam anlayışı ve zihniyeti, tüm bunları hak edecek ne yaptı acaba?
Birey ve toplum arasındaki o güçlü ekonomik ahlaki ve politik bağlar, bir taraftan üretim yaparlarken diğer taraftan da onlara yararlı olan ve aynı zamanda tüm doğaya yararlı olabilecek her şeyin kutsanıp toplumsal ahlakın-vicdanın, örgütlü bir güce dönüştürülmesini beraberinde getirmiştir. Ve görüyoruz ki maddi ve manevi değerlerin zengin olduğu toplumlarda kırıntılar şeklinde kendisini gösterse de daha huzurlu ve daha mutlu olduğunu görebilmekteyiz. Ancak manevi değerlerin kırıntılarının dahi olmadığı toplumlarda maddi ve manevi ilişkileri sıfırlanmış bir düzeye gelmiştir.
Kadının emekten uzaklaştırılıp kafeslere tıkatılması bu büyük trajedilere yol açmıştır. Egemen ve tekelci zihniyet erkek-kadın, köy, kent ya da şehir, yaşlı ya da genç toplum birey arasında geliştirdiği uçurum ve kopuşlar büyük bir yabancılaşmaya yol açmıştır. Bu zihniyet maddi, manevi üretim kaynaklarının kurutulup susuz, nefessiz ve çaresiz bırakılan toplumların ve bireylerin yönünü kendi kaynaklarına doğru yönlendirmiştir. Tekelcilerin oluşturdukları suni ve sahte kaynaklarda köleci dönemin de gerisinde bir iradesizlik yaşanmakta. Gece gündüz çalışan işçi, memur, öğrenci, anneler ve tüm kadınlar kendisini ve çevresindeki insanları dahi örgütleyemeyecek ve günlük ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak ucuz bir ücret ile kandırılmaktadırlar. Bırakalım maddi karşılamayı, verdiği emeğe saygı ve değer dahi gösterilmemektedir. Adeta tüm kesimlerin onlara hizmet etmek gibi bir mecburiyetinin olduğunu geliştirdikleri zihniyet ve sistemle kendilerini farz ettirmektedirler.
Aile, köy ve şehirlerdeki yaşam ilişki tarzlarına ve anlayışına baktığımız zaman görüyoruz ki çekirdekten hücreye hücreden bütün dokulara kadar çıkarsal ve maddiyata dayalı yaşam anlayışı ile karşılaşmaktayız. Çekirdek hücre dokular ve organlar nasıl ki bir bütün insanı oluşturuyorsa toplumdaki dokular ve yapılanmalar da toplumu meydana getirir. Ancak günümüzdeki toplum dokuları parçalanarak felçli bir konuma getirilmiştir. Ve dokuları parçalanan toplumda asla sağlıklı olamaz. Örneğin; Kansız olan bir hastaya sürekli dışarıdan ilaçlar ve iğnelerle yapılan tedavi ile hastalığı ortadan kaldırılamaz. Kansızlığın esas nedenini teşhis ederek kan hücrelerinin kendi kendisini yenileme ve çoğaltma yol ve yöntemlerini araştırarak deneylerle sağlıklı bir sonuca gidilebilinir. Diğer yöntem sadece hastanın bir süre ayakta kalmasına yardımcı olacaktır. Ama asla sağlığına kavuşamayacaktır.
Günümüz ekonomi anlayışını yorumlamaya çalışırken ekonomiden ziyade kâra ve tekele dayalı sömürme ve emeğin inkâr edildiği, karanlık bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan yaşamını kâra göre düzenlemek en vahşi iktidar anlamına gelmektedir. Biyo-iktidar kavramı birazda bu gerçekliği ifade eder. Önderliğimiz bunları vurgularken ekonominin önemini ve günümüzdeki ekonomiye vurgu yapmıştır.
Dünyadaki tüm canlılar varlığını sürdürebilmek için var olan yetenekleri ile kendisini besler ve korumaya alır. İnsan olarak da yaşamak için üretir ve tüketir. Bunlar yaşamın ekonomik faaliyetleridir. Bu faaliyetler insanların bir arada yaşama, topluluk halinde yerleşim ve barınma ihtiyacını geliştirmiştir. Ekonomi maddi bir etkinlik olsa da toplumsal bir etkinliktir ve bunun çabası olmadan da insanların üretim sürecine girmesi mümkün olmamaktadır. Tüm faaliyetler için gerekli olan, bireylerin hareket halinde olması ve örgütlendirilmesidir. Ancak bu şekilde ekonomi özüne kavuşturulacaktır. Ekonomiyi kimler geliştirip toplumun hizmetine sunmuşsa o anlayış ve zihniyet yeniden kazanılmalı. Kadının gerçek ekonomiyi yani ev yasasını oluşturmasına rağmen bin yıllardır ekonomiden uzaklaştırılması ve yabancılaştırılmasına dur diyebilmek önemlidir. Günümüzde ekonomi adına yapılan sahtekârlık ve sömürüdür. Belki de kadın o kirli oyunlara girmemek için ekonomiyi hep erkeğin malı gibi gördü.
Evet, mevcut görünen tablo gerçek değil sahtedir. Bu tablonun üzerine belki de binlerce değişik renk geçirilmiş ama asıl tablo o boyanın derinlerinde gizli bırakılmıştır. Mevcut tablodaki göz kamaştırıcı renkler (modern kapitalizm) bizleri yanıltmamalı, tablonun derinlerine inebilmeliyiz.
Günümüzde yaşanan ekonomik sorunları çözümleyebilmek için, içinde yaşadığımız dünyanın karşı karşıya kaldığı tehlikeleri ve felaketlerini görmek önemlidir. Modern kapitalist sistemin yarattığı bu faciayı görmeden, çözümlemeden ve buna karşı mücadele etmeden insanlık huzur bulamayacak ve mutluluğu hep ütopyalarda arayacaktır. Ekonominin yeniden sahiplerine ulaşabilmesi için başta kadınların, gençlerin, emekçilerin, işçilerin ve tüm vicdanlı insanların seslerini yükseltip mücadelesini geliştirebilmeli.
Emek değerlidir. Ne fiziksel, ne düşünsel ne de ruhsal sömürüyü asla kabul etmemeliyiz.