HAŞHAŞİLER KİMDİR?
25 Çile 2014 Şemî
Hasan Sabbah 1090 yılında Alamut kalesinde eğitim ve örgütlenme mücadelesine yeni bir boyut kazandırarak, Alamut kalesini kendisine merkezi üs olarak seçer
Dîcle BOTAN
İsmailiye mezhebinin Hasan bin Sabbah tarafından temsil edilen koluna verilen addır. Hasan bin Sabbahın kurduğu tarikata Bâtınilik de denilmektedir. Esasen de Hasan Sabbahın savunduğu İslami yorum Bâtıniliktir, İslamiyet içinde gelişen tasavvuf geleneğinin bir devamı niteliğindedir. Haşhaşiler deyimi gerçekte bir çarpıtmanın ürünüdür. Hasan bin Sabbahın kurduğu Bâtıni tarikatı dönemin egemen siyasal düzeni için çok ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Tarikat bünyesinde yetiştirdiği fedai insanlar ile başta Selçuklu yöneticileri olmak üzere birçok hasmını öldürtmüştür. Bu durumdan kaynaklı olarak sözde öğrencilerini afyonla uyuşturup onlara her şeyi yaptırdığından kendilerine Haşhaşiler denmeye başlanmıştır.
Mısırda İslamiyetin tasavvuf yorumunda derinleşen ve İrana döndükten sonra Kunvin bölgesinde, Rudbar vadisi yakınlarındaki sarp kayalıklar üzerine kurulu Alamut kalesini üs edinen Hasan bin Sabbah, tarikat çalışmalarını buradan sürdürmüştür. Kurduğu Batıni tarikatında fedai militanlar yetiştirmiştir. Fedai tarzda insanları eğitmesinin esas sırı Bâtınilik felsefesinin kendisinde, Hasan Sabbahın kişisel maharetlerinde ve dönemin iktidarına karşı insanlarda gelişen arayış ve tepkileri iyi örgütlemesinde yatmaktadır.
Batınilik kavramı dinsel açıdan iki biçimde yorumlanmıştır. Birinci anlamda egemen dinsel yoruma karşı gelişen değişik yorumların gizli kalması, ikinci anlamda ise Hasan Sabbahın deyimi ile islamiyetin iç anlamlarının açığa çıkarılması olan yoruma dayandırılmıştır. Her iki anlamda da bir doğruluk değeri olsa da, Hasan Sabbahın islamiyeti yorum tarzı, islamın gerçek anlamının gizli ve açığa çıkmamış olan yorumunu yapabilmektir.
Dinin bu içsel yorumuna bağlı olarak birde başvurulan Batıni davet yöntemi vardır. Batıni davet yöntemi birkaç aşamadan oluşmaktadır. Tefessüs ( dikkatli inceleme) tenis (alıştırma) teşkik (kuşkuya düşürme) talik (ileriye bağlama), rabt (bağlama) tedlis (gizleme), tesis (kurma), hal (çıkarma) ve salh (sayma) gibi aşamalardan oluşan bu yöntem ile insanlar tarikata bağlı kılınmış ve birer etkili eleman haline getirilmiştir. Sistem Hasan Sabbahın öğrencilerini afyonla (haşhaş) sersemletip istediğini yaptırdığı iddia edilmektedir. İran Selçukluların ünlü veziri Nizam ül-mülk ve birçok devlet büyüğü Haşhaşiler tarafından fedai tarzı suikastla öldürülmüştür.
Orta Doğu da egemen sistemlere karşı iki yönden halkçı direniş geliştirilmiştir. Bunlardan biri etnisite ağırlıklı aşiret direnişleri ve bu sistem dışından sisteme bir saldırıdır, ikinci yön ise sistemin içinden felsefi ve dini biçim altında sürdürülen mücadeledir. Haşhaşiler ya da İsmaililer adıyla tarihte yer alan fikir ve tarikat örgütlenmesi kaynağını Zerdüştlükten, Maniden, Mazdek ve Hürremilerden ve daha nice toplumsal muhalefet geleneğinin ortaya çıkardığı birikimlerden almaktadır. Esasında İran Selçukluları ve Arap Abbasi hanedanlığına karşı oluşturulan bu örgütlenme etkisini orta Doğu ve Asya ile Afrika'ya yaymıştır.
Görüldüğü üzere Batıni tarikatların bu etkili yöntemi dikkate alındığında Hasan bin Sabbahın insanları fedailik esasları temelinde örgütlemesinin kendisine yakıştırdığı gibi bu işi salt insanları afyonla uyuşturarak yapmadığıdır. Ciddi bir tarikat örgütlemesi ile işleri organize ettiği gayet anlaşılırdır. Kaldı ki tarikatçılık, Orta Doğu geleneğinde en etkili siyasal mücadele örgütü ve aracı olma işlevindedir. Ortadoğu geleneğinde tarikatçılığın sosyal mücadeledeki yerini ve rolünü Önderliğimiz şöyle tanımlamaktadır:
Mezhep örgütlenmesi tarikatın daha geniş ve gelenekselleşmiş halidir. Devletten korunmak ve ailelerin dar sınırlarını aşmak için yarı-gizli olma gereğini duyan birçok tarikat vardır. Bazıları devlet güdümlü olurken, bazıları şiddetle karşı çıkarlar. Ortadoğu adeta tarikatlar toplumudur. Etnisitenin özellikle şehirlerde tam yanıt olamadığı, ailelerin dar kaldığı, diğer yandan devletin tek başına kendini her şey sandığı tarihi dönemlerde devreye giren tarikatlar önemli roller oynamışlardır. Ortaçağda Batıniler, gizlenmiş denen tarikatlar aslında yoksulların sınıf partileridir. En meşhurlarından Hasan bin Sabbahın Batini tarikatı -11001250- hâkim hanedan ve mezhep olan Selçuklu sultan ve vezirlerine kan kusturmuştur. Hariciler, Fatımiler, Aleviler benzer geleneği temsil ederler. Tarikatlar ve benzeri cemaatler Ortadoğu toplumunun bir nevi sivil toplum kuruluşlarıdır.
Tarikat olgusu sosyal bir boşluktan kaynaklandığı için objektif değerlendirmeyi gerektirir. Yarı sosyal ve siyasi kuruluşlar olduklarından, hem iktidar hem muhalefet açısından rolleri önemlidir. Bilimsel gelişmenin sınırlı olduğu, demokrasi anlayışının gelişmediği dönem ve yerlerde bu tip örgütlenmeler kaçınılmazdır. Bunları aşmanın yolu sosyal bilimi ve demokratik mücadeleyi geliştirmektir. Günümüzde birçok çıkar ilişkisinin şirket gibi aracı olan ve oldukça yozlaşan tarikatlarla uğraşmanın doğru yolu, halka bilim ve demokrasiyi götürmektir. Bunun için en az tarikatçıların inancı kadar bilime inanmak, değer vermek, demokrasi için sürekli, azimli, kararlı bir duruş sergilemek gereği vardır. ( BİR HALKI SAVUNMAK)
HASAN SABBAH KİMDİR?
Hasan bin Sabbah Dağın Şeyhi olarak da bilinir. 1054 tarihinde Kum kentinde doğduğu söylense de, doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat 11. yüzyılın ortalarında yaşadığı bilinmektedir. Çeşitli ifadelere göre babası Yemenden Küfeye göç etmiş, buradan Kum ve Rey şehrine geçmiştir. Hasan Sabbah'ın kendiside, On iki imamcı Şii kenti Kum'da dünyaya geldiği, Yerleşmek için de babasıyla birlikte Rey'e geldiği bilinir. Rey 9.yüzyıldan beri İsmaili dailerinin faaliyet merkezi olduğundan, Hasan Sabbah da onların etkisinde kalmakta gecikmez.
İlk eğitimini babasından alan Hasan Sabbah, 7 yaşından 17 yaşına kadar On iki İmamcı Şii eğitimi alır. Yanı sıra kendisini matematik, felsefe ve dilbilim konusunda da yetiştirir. Bu konuda bir Arap biyografi yazarı da Hasan Sabbah'ı geometri, aritmetik, astronomi, büyü ve diğer bilim dallarında çok derinleşmiş bir adam olarak tanımlar. Kendisini birçok konuda yetiştiren Hasan Sabbah'ın engin bilgisi, matematik ve felsefeye hâkimiyeti, politika ve yöneticilikteki yetenekleri devrin Selçuklu hükümdarı Melik şahın da ilgisini çekmiş ve saraya kabul edilmiştir. Çok bilinen bir hikâye de Hasan Sabbah, vezir Nizam-ül mülk ve Ömer Hayyam'ın İmam Mafik Annishapuri'nin öğrencileri olduğu söylenir.
17 yaşından sonra İsmailliği benimseyen Hasan Sabbah, bölgenin İsmaili önderlerinden de eğitim görmüştür. Hasan Sabbah bu tarikatın eğitimini tamamlayınca, İsmaillilerin merkezi olan Fatımi (Mısır) Devletinin başkentine uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra 1078de ulaşır. Hasan Sabbah üç yıl Mısırda kaldıktan sonra, Kahire ve İskenderiyede dönemin ünlü bilginlerinden dersler alır. 1081 yılında İsfahana dönerek, yetkinleşmiş bir şekilde mücadeleye başlar. Yaklaşık 9 yıl çeşitli kentleri gezerek, İsmailliği yaymaya çalışır. Bu çalışmaları sonucu var olan İsmaili tabanını daha da genişletir. 1090 yılında Alamut kalesinde eğitim ve örgütlenme mücadelesine yeni bir boyut kazandırarak, Alamut kalesini kendisine merkezi üs olarak seçer. Alamut kalesi, Elbruz sıradağlarının en doruğunda olup, çok korunaklı bir konumdadır. Nitekim yıllarca ordular Alamutu kuşatmalarına rağmen fethedememişlerdir. Hasan Sabbah burayı bilinçli seçmiştir. Alamutun bütün eksiklerini tamamlamak için, önce su kanalları açıp, ambarlar kurar. Ardından çevredeki küçük kaleleri alıp onlara kuleler yapar. Yanı sıra yürüttüğü örgütlenme çalışmasının bir sonucu olarak da, çevrede bulunan yerleşim alanlarının çoğu İsmaili olur. Bu arada bazı kurallar getirip, sosyal reformlar yaparak, İsmailileri kardeşlik bağlarıyla birleştirdi. Böylece her birey kendisini topluluğun sorumlu bir üyesi ve onun ayrılmaz bir parçası olarak hissetmeye başlamıştır.
Alamut kalesinin Hasan Sabbah tarafından ele geçirildiğini öğrenen Selçuklu veziri, Nizam-ül-mülk, dört ay boyunca Alamutu kuşatmasına rağmen sonuç alamaz. Bu dönemde Selçuklu Devletinde süren taht kavgasını en iyi şekilde değerlendiren Hasan Sabbah, örgütlenme alanını günden güne genişletir. Öyle ki, Selçuklu Devletinin üst düzey memurları dahi İsmaili olur.
Hasan Sabbah, bütün yaşamı boyunca İsmaili inancının özgürce yaşanması için çalışır. Bunda başarılı da olur. Bugün dahi onlarca kişi Hasan Sabbahın yaptıklarını hayranlık, şaşkınlık ve gıpta ile değerlendirmekteler. Tüm bunların yanı sıra, Hasan Sabbaha olmadık iftiralar, hakaretler ve yakıştırmalar da yapılmıştır. Öyle ki, Hasan Sabbah taraftarlarına afyon içenler anlamında haşhaşiler denilmiştir. Oysaki onlara Assasin deniliyordu. Assasin kavramının Türkçe karşılığı ise, bekçiler, sır Bekçileridir.
Hasan Sabbah temsil ettiği tarikatı, baskılar olmaksızın geliştirebilmek için, kötülüklere, haksızlıklara karşı gelmiş ve öğrencilerini de bu doğrultuda eğitmiştir. Onlara asla haksızlığa boyun eğmemelerini, bu uğurda gerekirse yaşamlarını ortaya koymalarını öğütlemiştir. Öyle ki tarikatı izleyenlere yönelik gelişen saldırılar karşısında, Hasan Sabbahı izleyen öğrencileri, yer yer fedai eylemler geliştirip, haksızlıkların üzerine gitmişlerdir.
Hasan Sabbah bir süre Fatımilerle ilişkisini de devam ettirir. Fatımiler ikiye ayrıldıktan sonra imam olarak Nizar'ı destekledi ve adına hutbe okuttu. Kendi akidesini müritlerine öğretmeye başladı. Kendilerine karşı olanların öldürülmesinin dini bir vazife olduğu inancını aşıladı. Müritlerinin eğitimini kendisi üstlendi. Bunların eğitim ve öğretime tabi tutulmalarından çok, imamın rehberliğini ön plana çıkardı. İmamların masumiyetinden hareketle, her devirde bunların rehberliğine ihtiyaç olduğu, dini meseleler için aklın yeterli olmadığı, Allah'ı iyi tanımak için imamların yardımına gereksinim olduğunu bildirdi. Dine davet eden ve "dai" olarak adlandırılan adamları vasıtasıyla faaliyetlerini sürdürdü. İnsanları etkilemek için farklı yöntemlere başvurdu. Böylece Bâtınilik Hasan Sabbah'ın şahsında yeni bir kimlik kazandı.
Hasan Sabbah, 1124 yılına kadar Alamut Kalesini elinde tutmaya ve faaliyetlerini sürdürmeye devam etti. Birçok bilim dalında önemli birikime sahip olması, teşkilatçılığı, kurduğu düzenli örgütü ile önemli bir güç durumuna geldi. 1124'de Alamut Kalesinde öldü.