BİR BİLİNMEZİN ÖTEKİ YOLCULARI: MITIRPLAR
14 Adar 2014 În
Domların ya da Mıtırp, Ğurbeti, Loti, her neyle tanımlanırlarsa tanımlansınlar, bir halk ve kültür olarak yanı başımızda, bizimle beraber yaşıyorlar
Diren RONAHİ
Dom kelimesini çok araştırdık. Kelime anlamını, kökenlerini, nereden geldiğini anlamaya çalıştık. Ancak beklenilenin çok altında verilerle karşılaştık. Karşılaştıklarımız veri denilemeyecek kadar yetersizdi. Tarihsel boyutta elde ettiklerimiz bir iki kelimenin ötesinde değil. Videolar var. Çoğu düğünlerde, etkinliklerde başkalarının çektiği videolar. Özcesi Domların öteki gerçekliğini belki de en iyi açıklayan konumunda bir durumdu karşılaştığımız.
Neden ve nasıl sorularını çok sorduk kendimize. Nasıl olur da bir halk, bir kültür, bir toplumsal gerçeklik yok denecek kadar hafızalardan silinir. Neden bu toplumsal yapı evrensel oluşumun varlık-yokluk mücadelesinden kopmuş-koparılmış? Olduğunu bildiğimiz, gördüğümüz ve birebir onlarla yaşadığımız halde-bunu en iyi kendileri bilir- neden unutuyoruz ya da bilmezlikten geliyoruz? Soruları çoğaltabiliriz ancak vereceğimiz cevaplar çok farklı olmayacaktır. Yetersizlik bizim araştırma yöntemimizden kaynaklanıyor olabilir. Ya da bizim ele alış tarzımız ve yaklaşımımızda da yetersizlikler olabilir. Ancak elde ettiklerimiz, bildiklerimizden azdı. Bundan dolayı ciddi bir özeleştiriyle bu yazıya giriş yapmak bizim açımızdan anlamlı olacaktır.
Egemen sistem tarihi boyunca (zorun, şiddetin, katliamın, asimilasyonun, inkar-imhanın, hastalıkların, toplumsal sorunların tarihi) birçok halk, toplum, kültür ya yok olmuştur ya da yok olmanın sınırında can çekişmektedir. Egemen sistemin kendi çıkarlarından başka her şeyi yok saydığı, varlığına olanak tanımadığı, tanısa bile ancak kendi kölesi olarak kullandığı ve kendi kutsallarıyla yaşattığı bugünün somut dünya koşullarından çok iyi anlaşılmaktadır. Tarih boyunca toplumlar ve kültürleri egemen sistem tarafından en büyük tehdit olarak görüldüğünden, toplumların tarihsel özünü boşaltarak yerine sömürgen anlayışını yerleştirmektedir. Kimisini zorla, şiddetle, fiziksel katliamlarla tarih sahnesinden silerken, kimisini de asimilasyonla, kendine ve çıkarlarına adapte ederek ve özünden kopararak öldürmeyip öldürmekten bin beter hale getirmektedir.
On yıllardır varlık mücadelesi veren ve bugün özgür yaşamını inşa aşamasına gelen Kürt halkı da tarih boyunca her türden saldırıya, fiziksel ve kültürel katliamlara, asimilasyonlara maruz kalmış bir halktır. Kürtlerin direnişi ve özgür yaşamı bir kültür olarak benimsemeleri nedeniyle, tarihin her döneminde bir karşı duruş geliştirmiş ve varlığını süreklileştirmek için ayağa kalkmıştır. Ancak bazı toplumlar var ki özde olan direniş ve özgür yaşam kültürü bile ellerinden alınmış ve savunmasız halde bırakılmıştır. Yersiz yurtsuz bırakılmış, tarihleri hafızalardan silinmiş, kendilerine ait hiçbir şey bırakılmamış. Domlar da bu toplumlardan sadece bir tanesidir.
Tarihsel kökenlerine ilişkin; yoğunluklu olarak Hindistandan Mezopotamyaya göç etmiş olabilecekleri tahmin edilmektedir. Domlar, dünyanın başka yerlerine başka adlarla göç etmişlerdir. Kürdistanın her dört parçasına da yerleşen Domlar bu parçalarda da farklı isimlerle adlandırılmışlardır. En azından bu isimlerin kendi tanımlamaları olmadığı, daha çok karşılaştıkları toplumların kendilerine taktığı adlandırmalar olduğu anlaşılmaktadır. Kuzey Kürdistanda Mıtırp olarak adlandırılırlarken, Rojavada Ğurbeti olarak adlandırılmaktadırlar. Doğu Kürdistanda ve Güney Kürdistanın bazı bölgelerinde de Loti ve Mıtrıp denilmektedir. Bu adlandırmaları kendileri seçmiş olmasa da, istemeseler de bir kimlik gibi taşımak zorunda kalıyorlar.
Kürdistanda yaşandığı gibi, dünyanın her yanına yayılan bu göçebe toplumlar yerleştikleri yerlerin kültüründen yoğunca etkilendiklerinden dolayı, yaşam tarzları da ona göre şekillenmiştir. Adlandırmadaki farklılığın yanı sıra kültürel ve toplumsal yaşam tarzı noktasında da farklılıklar yaşanmıştır. Örneğin Kuzey Kürdistanda Kürt toplumuyla beraber yaşayan Domlar, Kürt kültürü ve yaşam tarzından o derece etkilenmiş ki sadece kendi içlerinde Dom diye bir halk olduğunu ve Domanice diye bir dillerinin olduğunu söyler duruma gelmişlerdir. Bunu, kabul görülmek üzerinden yapıyorlar. Bunun için kendilerini bastırmaya, gerçekliklerini saklamaya ve olmadıkları bir tanımlamaya ihtiyaç duyarlar. İçinde yaşadıkları toplumun dilini kendi ana dilleriymiş gibi konuşurlar. Kürtlerin içinde Kürtçe, Türklerin içinde Türkçe, Arapların içinde Arapça, Farsların içinde Farsça ve diğer halkların içinde onların dilini kendi ana dilleri olarak kabul eder ve benimserler.
Buna neden ihtiyaç duymuş olabilirler? Bu soruya belki de en iyi cevap verebilecek olan yine biz Kürt halkıyız. Son iki yüz yıldır yok sayılan, imha ve inkâra maruz kalan halk gerçekliğimiz bize neden Domların böyle bir yönteme başvurduğunu açıklayabilir. Yok sayılan bir halk olarak Domları, ya da bizim adlandırmamızla Mıtırpları görmezden gelmek, yok saymak, bastırmak, çoğu zaman şiddet uygulamak bugün itibariyle acı veriyor olsa gerek. Edinilen bilinç düzeyi her toplumun kendi rengiyle, sesiyle, kültürüyle, inancıyla, düşüncesiyle bir arada yaşayabileceğine evirilmektedir. Her ne kadar Kürt gerçekliğinde bir arada, birlik ve beraberlik içinde yaşama anlayışı hâkim olsa da, egemen sistemin etkileri nedeniyle bazen hâkimden daha hâkim olabiliyor, ezilme psikolojisinin yarattığı etkiyle ezebiliyoruz. Sosyolojik açıdan çözümlenmesi gereken bir durumdur. Bugün dünyanın her yerinde bir şekilde birileri eziliyor, yok sayılıyor, inkâr ediliyor ya da görmezden geliniyor. Egemen zihniyetin yol açtığı bu yaklaşımı derinliğine çözmek demokratik ulus temelli yaşamı da daha anlamlı kılacaktır. Kürdistan başta olmak üzere; Ortadoğu ve dünyanın diğer yaşam alanlarında farklılıklarla, bir arada yaşama olanağı bu zihniyetle yaratılabilir ve yaşama geçirilebilir.
Özcesi Domların kendilerini gizleme temelli başka kültürleri, toplumsal yaşam tarzlarını kendilerine esas almalarının temeline egemen zihniyeti yerleştirebiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz üzere egemen zihniyet kendinden başka kimseye, hiçbir şeye yaşam olanağı tanımamaktadır.
Yanı sıra Dom toplumunu kültür taşıyıcıları olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Göçebe yaşam tarzından dolayı sürekli hareket halinde olup, birçok farklı halk gurubuyla temas içinde olmuşlardır. Her gittikleri yerlere bu kültürleri taşımışlardır. Aslında çok kültürlülük tanımlaması yapılacaksa en iyi Dom toplumuna yapılabilir. Çünkü tarih boyunca göç ettikleri her yerde yüzlerce, belki binlerce farklı halk, kültür, inanç ve düşünce gruplarıyla karşılaşmışlardır. Toplumsallıkta bulunan esnekliği de göz önüne getirdiğimizde, etkilenme ve etkileme durumu yoğunca yaşanmış olabileceği büyük ihtimaldir. Bazen müzikleriyle, çiroklarıyla, bazen de yaşam tarzlarıyla bunu yansıtmışlardır.
Son yıllarda yerleşik yaşama geçmelerine karşın, göçebe bir yaşam tarzına sahip olmaları nedeniyle göçebe yaşam tarzının toplumsal kültür şekillenişleri üzerinde büyük etkisi vardır. Çoğunlukla rahat yaşayabilecekleri yerler aramaları nedeniyle mevsimlere göre göçler yaşandığı yoğunca görülmektedir.
Kürdistanda Kürt halkına dönük geliştirilen imha politikalarının Domların üzerinde de etkide bulunduğunu görüyoruz. Devlet terörünün yarattığı tahribatlardan korunmak amacıyla yerleşik yaşama geçişlerini de zorunlu kılmıştır. Özellikle son kırk yıllık Kürt özgürlük mücadelesi boyunca Kürt halkının yaşadığı her yerde gelişen devlet şiddeti ve katliamları direkt Domlar üzerinde de etkide bulunmuştur. Çoğunluğu dağlık ve kırsal alanlarda yaşamlarını sürdüren Domlar terörist tanımlamasından nasiplerini almış, bundan dolayı çoğu zaman şiddete maruz kalmış ve katledilmişlerdir. Gittikleri her yerde hor görülmüş, önleri kesilerek korucular ve askerler tarafından taciz, tecavüz, zor, şiddet ve baskıya maruz kalmışlardır. Çünkü onlar kimliksizdir! Bir isimleri, isimlerini aldıkları bir yurtları, bir geçmişleri ve bağlantılı olarak gelecekleri yoktur! Bundan dolayı da her türlü uygulamaya, kötü muameleye maruz kalmışlardır. Çoğu yerde hırsız olarak nitelenmiş ve yaşam alanı tanınmamıştır. Bundan işte, hep yol hattında bilinmez bir yolculuğun öteki yolcuları olmuşlardır.
Kovuldular, hor görüldüler, küçümsendiler, hakarete uğradılar, işkence ve ölümlere maruz kaldılar. Hepsi de kimliksiz! olmalarından kaynaklıydı. Şehirlere inemiyor, okullara gidemiyor, bir işe giremiyor ve hastanelerde tedavi göremiyorlardı. Çünkü onlar kimliksiz ve bir yere ait değillerdi. Herkesin ayakları altında ezilmeye mahkum, tanrının unuttuklarındandılar Oysa ki; tüm acı, trajedi ve rezalete rağmen diğer herkes gibi kendi yaşamlarını sürdürme çabasındaydılar.
Biz onları çoğu zaman, olabildiğine yıpranmış kemençeleri eşliğinde ya da davul zurnalarıyla düğünlerde, etkinliklerde, bayramlarda çaldıkları ezgilerden tanıyoruz. Bazen de bahar ve yaz mevsimlerinde evlerimize misafir olup yaşamlarını idame ettirmek için kapı kapı dolaşırken onlarla karşılaşmışızdır. Müslüman, Hıristiyan, Ezidi, Ermeni, Kürt, Türk, Arap, Fars hiç fark etmezdi onlar için. Hepsine aynı gözle bakar, sanatlarını o hassasiyetle icra ederlerdi.
Temel geçim kaynakları çaldıkları çalgılardır. Kürdistana yoğunluklu olarak kemençe ve davul-zurnadır. Hemen hemen bulundukları her yerde toplandıkları bir yer vardır. İnsanlar gelip onları oradan alır ve düğünlerine, etkinliklerine götürür. Farklı bölgelerde, ülkelerde bu aletler değişebileceği gibi tarzda da değişiklikler olmaktadır. Ama hepsi de sanatlarını insanların mutlu olması üzerine geliştirir. Aslında bir Fars şairin şu dizede belirttikleri gerçekliklerini açıklaması açısından büyük öneme sahiptir;
Bir dilenci doğacak çocuğunun kör olmasını ister
Çünkü daha fazla para kazanacak
Bir doktor insanların hastalanmasını ister
Çünkü tedavi olanağı o zaman doğar
Ama Mıtrıplara saygılıyım
Çünkü Onlar herkesin mutlu olmasını ister
Domların toplumsal yaşamında kadın etkindir. Çoğu istinasız dövmeli olan Dom kadınları, doğal hekimlikte yetkindir. Bu özellik yoğunluklu olarak dağlardaki göçebe yaşamın etkisiyle olsa gerek. Köklerini henüz doğal toplumdan alan doğal hekimlik, doğayla, bitkilerle iç içe olmayı ifade eder. Kadının doğası gereği bitkilerle ve bitki kökleriyle iç içe olması, Dom kadınlarında hala devam etmektedir. Bu, Onların sezgi dünyasının da gelişmesine neden olmuştur. Fal da bakan Dom kadınlarının iç dünyaları çok gelişkindir.
Bağlantılı olarak diş kaplamasında da kadınlar başta olmak üzere Domlar etkilidir. Bugün bile bölgedeki birçok kişinin dişindeki altın ve gümüş kaplamalar Domların ürünüdür. El sanatlarında beceri sahibi olan Domlar, dolaştıkları köylerde kalbur(bêjing), elek(serad), tesbih vb. yaparak geçimlerini sağlamaktadırlar.
Bu etkinlikler de göstermektedir ki; kadınlar Dom toplumunda hala etkinliğini sürdürmektedir. Ailenin içinde söz sahibi olan, bir olay veya dava durumunda başvurulan kadın olmaktadır.
Bizim orada onlar Kıriv olarak bilinir. Sararan dişlerinden, bıyıklarından ya da parmak aralarından çok fazla sigara içtiklerini anlarız. Kırivo ile başlayan birçok sohbetlerine katılmış, kemençe eşliğinde dillendirdikleri çirokların içinde dolaşmışızdır. Neşeli, hayat dolu kişilerdir. Mutluluğun sırrını çözmüş gibi müziğe sarılırlar. Müzikle duygu, düşünce, sevinç ve hüzünlerini dökerler.
Daha çok da doksanlı yılların sıcak zamanlarından hatırlıyoruz onları. Baskının, zorun, işkencenin, ölümün ve yasakların Kürdistan sokaklarında kol gezdiği zamanlardı. Unutulması imkânsız, fırtınalı zamanlardı. Halk gerçekliğinin serhıldanlarla buluştuğu, yaşatılanların çocuk bakışlar ve gülüşler üzerinde derin etkiler bıraktığı ateşli, dumanlı, çamurlu, panzerli, polisli zamanlardı.
Doksanlı süreçlerde halk ve örgüt olarak hemen hemen her şeyimiz yasaklara takılı kalırdı. Yasakları çiğneyenler, kendi gerçekliğini yasakların postalları altında ezdirmeyenler, saldırı listesinin en başına alınırdı. Bazen bir gece yarısı, bazen gün ortası, bazen yürürken, bazen camide namaz kılarken, bazen çocuklarının gözleri önünde, bazen kuytu karanlık sokak köşelerinde enselerinden bir kurşunla katledilirlerdi. Celladın ölüm fermanı bir bir yayılıyordu, korku olup yüreklere yerleşiyordu.
Bu sürecin yasak listesinin en tepesinde Newroz geliyordu. İşte böylesi bir süreçte, yasaklı newroz etkinliklerinde, lastiklerden yakılan ateşlerin etrafında, çamura bulanmış insanların bir yürekten halay çektiği, özgürlük türküleri dillendirdiği zamanlarda onlar vardı. Bazen davul zurnalı, bazen kemençeli, bazen de sadece yanık sesleriyle Newrozu coşturuyorlardı.
Bu zamanlardan kalan anılarla bir halkı, kültürünü, yaşam tarzını açıklamaya çalışmak yetersiz olacaktır. Bunun farkında olsak da Kürdistan topraklarında yaşayan tüm halkların, kültürlerin, inanç guruplarının açığa çıkarılması ve kendilerini gerçeklikleri doğrultusunda yaşatması gerektiği inancıyla bu yazıyı kaleme aldık. Başta da belirttiğimiz gibi yetersizlikleri olan bir yazıdır. Ama başlangıç açısından anlamlı görüyoruz. Domların ya da Mıtırp, Ğurbeti, Loti, her neyle tanımlanırlarsa tanımlansınlar, bir halk ve kültür olarak yanı başımızda, bizimle beraber yaşıyorlar. Kürdistanın özgür yaşam temelli yeniden inşasını değerlendirdiğimiz ve pratik anlamda uygulamaya geçtiğimiz bu süreçte Domların da demokratik ulus modelinin içinde yer alması ve özgür iradeleriyle, kendi kültür ve dilleriyle, yaşam tarzları ve düşünceleriyle kendini konumlandırması gerekir. Her zamankinden çok, bugün itibariyle ortak, birlikte, dayanışma içinde bir yaşama ihtiyaç vardır. Egemen sistemin çürüten, tüketen, kansere dönüştürdüğü ve yok ettiği toplumsal değerler gün yüzüne çıkarılarak öz olan demokratik modernite inşası anlama kavuşturulabilir.
Bunun üzerinden halklarımızın birlik mücadelesinde Kürdistanda nüfusları yüz binleri bulan Domlar var olma mücadelesinde daha cesaretli davranabilmeli. Egemen zihniyetle mücadele gerekçesi oluşturarak, tarihin yok olma sırasına alınan halk olmaktan çıkmalıdır. Yeni nesil eskinin birikiminden kopuk yükselmektedir. Bu çok büyük bir tehlikedir. Bu tehlikenin aşılması da ortak mücadeleden, demokratik ulus çözümünden geçmektedir.