NASIL BİR ZİHNİYET, NASIL BİR TOPLUM?
25 Adar 2014 Sêşem
Toplumsal aklın en belirgin yönü olan zihin ve zihniyet, toplumun geçmiş, içinde bulunduğu an ve geleceğinin temel rengini oluşturmaktadır
Doğan WAN
Zeka-bilinç, insanın maddi ve manevi sorunları üzerine, iyi düşünme, güzel söyleme, doğru kavrayıp yargılama yetisidir. Aynı zamandan zekanın insanın toplumsallaşmayla doğrudan bağı vardır. İnsandaki zeka evren ve doğadaki zekanın en sistemli ve formüle kavuşmuş halidir.
Zihniyet devrimiyle kastedilen, özgür toplum bilinci ve inancıdır. Bilinç sadece olup biteni bilmek değildir. Nasıl yapılacağını da bilmektir. İnanç ise, bildiğine inanmak ve gereklerini yapmaktır. Uygulama gücünü, kararlığını ifade eder. Ortadoğu toplumuna egemen kılınan zihniyet yapılarını iyi tanımadan, aşılması gereken yanlarıyla miras alınması gereken yanları ayırt etmeden, yine karşı mücadele verilmesi gereken yanları tanımadan doğru, yetkin bir ideolojik mücadele verilemez.
Zihniyet kazanmak demek, donanmamız gereken toplumsal bilici ve inancı, büyük bir emekle ve ahlaki duruşla elde etmek demektir. Zihniyet dünyasını büyük kılmayan uzun süreli özgürlük mücadelesini yürütemez. Yozlaşmanın başladığı an ve yer, zihniyetin boşaldığı ve bittiği yer ve andır. Önder APO
Toplumsal aklın en belirgin yönü olan zihin ve zihniyet, toplumun geçmiş, içinde bulunduğu an ve geleceğinin temel rengini oluşturmaktadır. İlk zihin şekillenmesi insanın Nasıl bir yaşam? sorusunun bilincine ulaşmasıyla yavaş yavaş şekil almıştır. Daha doğrusu, insanın kendi farkına varması ve üç yaşam idamesi olan korunma, beslenme ve üreme ihtiyacının farkındalığıyla oluşmuştur. Bu süreci takiben uzun bir aşamanın ardından, birey ve bireyselliğinin farkına varma ve toplumsal bilincin oluşmasıyla da bir toplumsallaşma devrimi beraberinde getirmiştir. İnsandaki bu gelişme aynı zamanda bir bilinç ve zihniyet devrimidir. Zeka, biyolojik gelişmeyle bağlantılıdır. İnsanı insan yapan, onu diğer canlılardan farklı kılan, düşünebilme yetisidir. Biyolojik gelişim kendini tanımayı, kendini tanıma düşünmeyi, düşünme ise bilinçlenmeyi doğurmuştur.
Zihin ve bilincin diğer önemli bir etkeni ise yaşamsal ve ihtiyaci icatlardır. Nasıl ve daha iyi korunma, neyle kendini besleme ve yaşamını idame ettirme ve en önemlisi de soy sürdürme-varlığını koruma bilinci günümüz zincirinin ilk halkasıdır. Böylelikle bireyde gelişen bu gelişme seyri, toplumda ortak akıl ve ortak hafıza dediğimiz ortak bir zihin yapısını beraberinde doğurmuştur.
Konuya daha da somutluk kazandırmak için biyolojik izahatını yapmak daha faydalı olacaktır. Her şeyden önce, insan fiziğinin en önemli bölümü, fiziğimize yön ve biçim veren beyin olmaktadır. Sağ ve sol lob biçiminde oluşan beyin yapımız, tüm vücudumuzu yönetmekte ve merkez rolünü oynamaktadır. Zeka dediğimiz olay bu her iki lobdan meydana çıkmaktadır. Burada zeka için şöyle bir tanım yapmak yararlı olacaktır: Kendi üzerine düşünerek sonuçlara ulaşma ve evrendeki zekanın özelleşmiş ve en gelişmiş formu olarak görmek mümkündür. Sağ lob duygusal zekayı temsil eder ve geliştirirken, sol lob ise analitik zekayı geliştirmiştir. Evrendeki tüm varlıklarda bulunduğuna inanılan en eski ve temel zekaya duygusal zeka denilirken; toplumsal gelişmeyi sağlayan zekaya da analitik zeka denir. Duygusal zeka iç güdülerin ve reflekslerin yaşamı korumak üzerine düzenlenmesi ve yönetilmesi üzerine kuruludur. Yaşamı koruma, anlam ve değer verme duygusu ve empati kurma gibi değerlerle şekillenmiştir. Analitik zeka ise, duygusal zekanın insandaki evrime paralel yaşadığı bir farklılaşmayı ifade eder. Kıyaslama, kurgulama, yorumlama yeteneğimiz, sağduyu olarak değerlendirilen yanımız analitik zekanın özellikleridir. Ancak toplumsal yaşamın korunması ve geliştirilmesi kaygısıyla yüklü duygusal zekanın güçlü denetimi ve sınırlayıcılığı altındadır. Toplumsal zeka bu her iki zekadan oluşur gerçeği bu tanımlamalardan ortaya çıkmaktadır.
Beyin yapısını oluşturan bu bölümler ayrı ayrı görevler yapar. Tüm güdü ve ego istemlerimizi yönlendiren ve yöneten bu bölümlerdir. Vücudun istemlerine göre hep hareket halinde olur ve o an en çok ihtiyaca göre cevap verirler. Açlık-susuzluk, üşüme-ısınma, korunma-iş yapma, vb. durumlarda yön verir. Ayrıca beden yapımızın ve beyin kontrolünde olan diğer önemli bir yapımız da duygu ve hislerimizdir. Tüm sevinç, üzüntü, umut ve arzularımız duygularımızı şekillendirirken, hislerimiz ise bu duyguların ulaştığı düzey ve edindiği biçimin dışavurumudur. Duygu ve hisler soyut olmakla birlikte, manevi dünyamızın temelini oluştururlar. Ruhsal ve manevi dünya diye tabir edilen ve teolojik din inancının insan bedeni ve zihni üzerinde yarattığı şekillenme zihniyet devrimine farklı bir boyut kazandırmıştır. Aslında insandaki belki de ilk zihin şekillenmesi inanç olgusunun oluşumu sonucunda ortaya çıktı denilebilir.
İlk insan kendisini tanıdıktan sonra artık çevresini, doğayı ve yavaş yavaş evreni tanıma arayışına girmiştir. Doğada bir nevi en zayıf ve en korunmasız bir konumda olduğunun farkına varınca bir yaradan arayışı ve ihtiyacını duymuştur. Gerek doğadaki vahşi hayvanlar karşısındaki çaresizliği olsun, gerekse ortaya çıkan-oluşan doğa felaketlerine karşı ve gerekse de doğa ve evrenin dengesini oluşturan güneş sistemi, oluşan gökyüzü gürültüsü, yıldırım, yağmur vb. yeni yeni gördüğü ve korku uyandıran bu durum karşısında ne kadar çaresiz olduğunun farkına vardı. Tüm bu olaylar doğal olarak insanı her ne kadar nerededir ve nasıl bir şeydir bilmediği bir tanrı-yaradana tapmaya götürmüştür. Dolayısıyla insan zihninin ilk formu inanç formu olmaktadır.
Toplumsal hayattaki bu gelişme, yaratım ve değerler bir zihniyet yapılanmasını oluşturmuş ve sistemsel bir çıkışa zemin sunmuştur. Denilebilir ki, ilk sistemsel yaşam ve zihniyet komünal yaşamın yaratıcısı olan Ana Kadın etrafında oluşmuş ve bin yıllar sürecek olan bir zihniyet devrimi gerçekleşmiştir. Bu zihniyet hem birinci doğa olan doğayla iç içe ve ahenkli bir yaşam, hem de ikinci doğa olan insan toplumuyla eşit, özgür ve her şeyde komünal bir yaşam zihniyeti olmuştur. Yani burada kirlenmemiş duygusal zekanın ve anaerkil yaşamın hala tam hakim olduğu saf bir zihniyetten bahsediyoruz. Doğayı kendisi gibi canlı gören, kendisini koruduğu kadar doğayı da koruyan ve sahip çıkan ekolojik bir toplumsal zihniyet sözkonusudur. Bu oluşan hafıza ve bellek aynı zamanda günümüz özgürlükçü ve komünal toplumun ilk hafızası ve belleğidir. Sonraki aşamalar, yani gaspçı devlet uygarlığın çıkışıyla birlikte, oluşan komünal toplumsal hafıza yerini yavaş yavaş sömürgeci ve zorba sisteme bırakacak.
Sonuç olarak, toplumsal tarihte şöyle bir gerçeklik her zaman yaşanmıştır; toplumsal zihniyete kim damgasını vurmuş ve belirlemişse, toplumsal yaşamı da o belirlemiş ve kendi sistemini kurmuştur. Özgürlükçü-komünal zihniyetin istismarını en çok devlet hiyerarşisinin oluşum sürecindeki rahipler yapmış ve günümüz kapitalist sisteme kadar daha da katılaşarak gelebilmiştir.
Buna karşı özgürlükçü toplum da parçalı da olsa komünal yaşam zihniyetini sürekli yaşatmış ve varlığıyla karşı sistemin alternatifi olabilmiştir.
Önder APO bu konuda şunları belirtmektedir: Ortadoğunun tüm bilge ve peygamberlerinin yaptıkları özünde zihniyet savaşıdır. Zihniyet ahlakla bağlantılı kılınmadıkça değersizdir. Ahlak, bilincin aydınlattığı rotada tüm engellere ve yetersizliklere rağmen yürüme gücüdür. Toplumun olmazsa olmaz vicdani değerlerinde ısrardır. Zihniyetimiz karşı tarafın zihniyetini de yakalamalı ve ihtiyacı kadar ondan beslenmelidir. Devlet gücünün zihniyeti her zaman güçlü örgütlenmiştir. Bu zihniyet kuşanmadan başarılı bir çıkış, çözüm geliştirilemez.