KÜRDİSTAN KÜLTÜRÜ ÜZERİNDE ZORAKİ ASİMİLASYON POLİTİKALARI
16 Îlon 2014 Sêşem
Kürtlük dil ve kültür olarak kuşkulu hale dönüştürüldü. Suç konusu oldu. Giderek Kürt olmak kriminalize edildi
Abdullah ÖCALAN
Savaş ve iktidar bloklarının en çok başvurdukları toplumsal politikalarından biri asimilasyondur. En genel deyimiyle kültürel eritme anlamına gelen asimilasyon politikalarındaki temel amaç, tahakküme tabi tuttuklarının tüm karşı direnç yeteneklerini ellerinden almak için, başta zihniyetin temel kullanım aracı olan yerel dili uygulama dışı tutup, hâkim dilin yoğun işlenişini ifade eder. Resmi dil yoluyla yerel dil ve kültür kadükleşip dolaşımda rol oynamayacak kadar daraltılır. Hâkim dil-kültür yükselmenin, okumanın, siyaset ve ekonominin ifade dili olarak kullanana kazanım sağlar. Baskı altına alınan dil ve kültür ise kullanana zarar kaydettirir. Bu ikilem altında yerel dilin iktidar dili karşısında dayanması gün geçtikçe zorlaşır. Hele yazı dili haline gelmemiş, hâkim lehçesini kuramamışsa, bu dil ve lehçelerinin sonu karanlık olur. Asimilasyon yalnız dil alanında değil, iktidarın şekillendirdiği tüm toplumsal kurumlarda uygulanır. Hâkim ulus veya dinin, grubun kurumsal gerçekliğine uyarlanma her düzeyde yaşanır. Siyasal, sosyal, ekonomik, hatta zihniyet alanı resmen tanınıp hukukça korundukça, diğer azınlık ve yenilmişlerin eş kurumları kendilerini hâkim kurumlara göre zoraki veya gönüllü asimilasyona uğratarak resmiyetinin içinde yer alırlar. Baskı ve ekonomik, siyasi çıkar ne kadar devreye girerse, erime o denli rol oynar.
Kürdistan kültürel varlığı üzerinde en az savaşlar ve terör kadar zoraki asimilasyon tahripkâr rol oynamıştır. Aynı tarihsel yöntemi uygulayıp ilk çağlara kadar gidebiliriz. Sümercenin belki de ilk ve en büyük asimilasyon dili ve kültürü olduğunu belirtmek mübalağa sayılmamalıdır. Kelime ve cümle düzeninden bu gerçeği anlamaktayız. Sırayla Hurrice, Mitanni, Urartu, Med ve Persçeden önce Sümer dili, sonra sırayla Akadça kaynaklı Babilce ve Asurice, sonraları Aramice Ortadoğunun ilk çağlardaki en büyük asimilasyon dilleriydi. Bu gerçeği Hitit, Urartu, Mitanni, Med ve Pers yazıtlarında görmek mümkündür. Bir nevi günümüz İngilizcesi gibi dönemin interetnisite dili olan Aramice ortak anlaşma aracıdır. Özellikle aristokrasi ve devlet bürokrasisinin yazı dilinin bir tanesinin Aramice olması yaygın rastlanan bir örnektir. Yerel dil ve Aramice birlikte kullanılmaktadır. Bugün de yaşadığımız gibi hâkim iktidar dili nasıl resmi dil olarak devlet ilişkilerinde esas ise, o dönemlerde de Aramice -daha önceleri Akadça ve Sümerce- esas dil olup, yerel dil daha çok okuma yazması olmayan halkın sözlü iletişim aracıdır. Aristokrat kesim büyük ihtimalle işbirlikçisi olduğu devletin resmi dili ile konuşmaktadır. Urartu yazılı belgelerinde bu gerçeği görmek mümkündür. Tıpkı bağımlı ülke yöneticilerinin çoğunlukla İngilizce ve Fransızca konuşmaları gibi!
Pers anıtlarında Aramicenin yeri açıktır. Dönemin hem diplomasi hem ticaret ortak dili olarak tüm Ortadoğuda dolaşımdadır. Asimilasyonun mimarlıkta, devlet yönetiminde, edebiyatta, hukukta yoğun rol oynadığı bu alanlar ile ilgili tüm belgelerde gözlemlenmektedir. İsanın bile Aramice bildiği tahmin edilmektedir. Aramicenin daha ulusal biçimi olan Süryanice diğer yaygın bir asimilasyon aracıdır. İbranicenin sınırlı bir etki alanı olması nedeniyle, karşı yayılma halindeki Helenizmin dili Helence de giderek Ortadoğuya nüfuz etmektedir. Bugünkü İngilizce ve Fransızca gibi Helence ve Süryanice rekabet halindedir. İkisi de Kürdistanda, özellikle şehirlerinde etki savaşı vermektedir. Urfa bunun tipik bir örneğidir. Aramice, Ermenice, Süryanice, Arapça ve Kürtçeyi, en son Türkçeyi yaşamış bir kültür derinliğine sahiptir. Fakat aşırı asimilasyon aşırı bir kozmopolitizme de yol açmaktadır. Urfanın bugünkü halinden de bu gerçeği anlamak mümkündür.
Süryanicenin Kürdistan kültüründeki yeri daha sonraki Arapçadan ileridir. Bir aydınlanma dili olarak rol oynadığı belirtilebilir. Süryanilerin esas olarak kentte oturmaları bu sonucu doğurmaktadır. Kürtler Komagene halkı olarak göçerliğin, köylülüğün sözlü dili olarak Kürtçe lehçelerini kullanmaktadır. Yazılı kaynakları sınırlıdır, ama hiç olmadığı anlamına gelmez. Özellikle Mitannilerin başkenti Waşukkanide (Hoşpınar, bugünkü Suriye-Türkiye sınırındaki Resulayn ve Amude kentleri) bulunan çok sayıda yazılı belge, M.Ö 1500lerde proto-Kürtçenin yazı dili olarak kullanıldığını göstermektedir.
Kürdistanda M.Ö 300-250 Helen krallıkları döneminde Helen kökenli halkın varlığı ve özellikle kentlerdeki ağırlıkları, Helencenin de uzun süre kullanıldığını göstermektedir. Bir nevi sömürgeci dili rolünü oynuyor. Günümüzdeki gibi Kürdistan kentleri yabancı dil ve kültüre göre yaşarken, kırsaldaki halk yerel dil ve kültürü yaşamaktadır.
İslamiyet ile birlikte öne çıkan dil Arapçadır. Önceleri bedevilerin dili olan Arapça, kentleşme ve İslamiyetin doğuşu ile birlikte Ortadoğunun en prestijli dil, edebiyat ve bilim dili oldu. Savaş ve iktidarın resmi dili olarak Arapça büyük bir üstünlük kazandı. Zayıf Afrika kökenli diller karşısında tüm Kuzey Afrikadan Zagros-Toros sisteminin güneyine kadar hâkim dil oldu. Kültür ve bilim de Arapça ile yaşanmakta ve yapılmaktadır. Ayrıcalıklıdır. Onu kullanan, bürokraside yer alabilir, ilim sınıfına girebilir, bilim yapabilir. Dolayısıyla Arapça yükselmenin, çıkarların etkin dilidir. Bugüne kadar ki önemini bu maddi gerçeklere borçludur. Arapçadan sonra Farsçanın etkisi daha sınırlıdır. O da özellikle Selçukluların İrandaki iktidarlarında resmi dil olması nedeniyle yaygınlaştı. Selçukluların Anadoluyu ele geçirip Konya merkezli bir devlet kurmalarında da resmi dil Farsçadır. Mevlana Mesneviyi Farsça yazmıştır. Türkçe de Kürtçe gibi o dönemde daha çok kırsal alan halkının sözlü dili ve edebiyatının aracıdır.
Arapçanın hâkimiyeti Kürdistanda çok etkili olmuştur. Özellikle melle-molla tabakasının Arapçayı ibadet dili olarak kullanma gereği bunda temel rol oynar. Ayrıca Arap yaşam tarzına özenti şehirlerde hâkim olur. Kılık kıyafetten tutalım, şecere-soy belirlemeye kadar Arap gibi olmak moda değeri kazanır. Herkesin hanedanlık öykülerinde bir Arap kulpu takmak usulden sayılır. Eğitim, öğretim, moda, siyaset, diplomasi, sanat, bilim alanındaki hâkimiyet Farsça gibi güçlü bir devlet deneyimi olan dil üzerinde bile etkilidir. Farsça yarı yarıya Arapçanın istilasına uğrar. Tüm Ortadoğulular Arap isim ve lakaplarını takarlar. Bu üstünlük ulus-devletlerin ve ulus bilincinin gelişmesine kadar yoğunca devam eder.
Kapitalist sistemin yaygınlaşması, ulus-devletin biçimlenmesi, Kürt kültürü ve dili üzerindeki asimilasyon sürecini daha da yoğunlaştırdı. Arapça ve Farsça baskısına Türkçenin yükselen baskısı da eklendi. İlk ve ortaçağlarda etnisite bünyesinde varlığını koruyan Kürt dili ve kültürü, bilim ve tekniğin artan olanaklarını resmi dil ve kültür olarak kullanan üç hâkim dil ve kültürün etkisi altında iyice ezildi, eritildi. Ortaçağda bile birçok edebi eser (Ahmedê Xani, Mem u Zin gibi) veren Kürt dili ve kültüründe siyasi baskının da etkisi ile gittikçe daralma yaşandı. Kürtlük dil ve kültür olarak kuşkulu hale dönüştürüldü. Suç konusu oldu. Giderek Kürt olmak kriminalize edildi. Burjuvazinin suç-hapishane pratiğinin en aşırı bir biçimi ile karşı karşıya kalındı. Kürt olgusu ve ona dayalı sorunsallık en tehlikeli suçlar kategorisine sokuldu. Her üç ulus-devlette -Türk, Fars ve Arap ulus-devletinde dil ve kültürü aşan, tüm varlığı üzerinde bir eritme, uzaklaştırma, hâkim dil ve kültüre bağlama kampanyası bütün şiddetiyle yürütüldü. Kürtçe anadil eğitimi dâhil, tüm eğitim okullarına kavuşma yasaklandı. Ancak o da imkânları olanlar için hâkim ulus okullarında modernizm öğrenilebilirdi. Kürt ve Kürtçe her bakımdan modernizm kapsamı dışına çıkarıldı. En basit Kürtçe müzik, gazete, kitap yayını Kürtçülük sayılarak siyasi suç kapsamına alındı. Hâlbuki kendileri kendi dillerinde Hitleri geride bırakan bir milliyetçiliği uyguluyorlardı. En yüce ulus teorilerinden geçilmiyordu. Necip millet Arapların unvanıydı. Türklük, mutlu olma gerekçesiydi. Farisilik en büyük tarihsel soyluluktu. Kapitalizmin uyandırdığı milliyetçi duygular bütün gerilik durumlarını örtbas eden bir uyuşturucuya dönüştürülmüştü.
Ancak kapitalizmin üçüncü büyük küreselleşme hamlesi, yerelliğin yükselen değer haline gelmesi, teknolojinin -radyo, TV- dil yasaklarını anlamsız kılması, yurtdışı faaliyet imkânları Kürt ve Kürtçenin biraz alan bulmasına, kendine gelmesine katkıda bulundu. Tabii bu olgunun temelinde çağdaş direniş gerçeğinin de belirleyici bir etkisi oldu. Ulusal demokratik direniş beraberinde Kürt kimliğini, dil ve kültürünü, kendine güveni getirdi. Asimilasyonu -zoraki- yaratan savaşçı-iktidar zoru karşısında savunmacı direniş, ulusal dil ve kültürün yeniden doğuşuna ebelik ediyordu.
Türkiyenin egemenliği altına aldığı Kürdistanda yürüttüğü politikaya resmi olarak sel hareketi adı verilmekteydi. Üzerinden geçilen her yeri çiğneyip geçmek iyi olarak benimsenmişti. Bunda imparatorluğu kaybetmenin acısı da vardı. Hiç olmazsa geri kalan parçalar mutlak bir erimeye tabi tutulmalıydı. Dünyanın hiçbir döneminde, hiçbir rejiminde görülmeyen anadil Kürtçe yasağı bile 12 Eylül rejiminde uygulandı. Bin yıllarca yaşanan sosyal mücadelelere, amansız istila, işgal ve kolonileştirme savaşlarına ek olarak, tüm toplumsal değerler üzerine Kürtlüklerini yansıtacak her şeyin üzerine bir kara şal örtülmüştü. Türkiye Cumhuriyeti statüsü altında Kürtlerin yaşamı üzerine sosyal bilim ve edebiyatın çok yoğun çabaları ancak bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarabilir.