YAŞAMIN EN GÜÇLÜ GEREKÇESİNE SAHİP OLMAK
24 Îlon 2014 Çarşem
Kültürel soykırım değirmenlerinde (sistem okullarında) öğütülen çocukların, ait olduğu topluma soykırım ürünlerinden başka bir şey getiremeyecekleri, getirseler bile bunun çok fazla bir anlam ifade edemeyeceği de tartışmasız bir gerçekliktir
Tarih, yüzbinlerce yıl boyunca süre gelen yaşam akışı ve mücadelesine tanıklık etmiş, oluşan insan topluluklarının yaşam felsefesini bağrında taşımıştır. Dolayısıyla oluşan insan hafızası, insanoğlunun geleceğine de ışık tutmaktadır. Hafızasız veya kendi zihniyetinden yoksun bırakılmış toplumlar, hiçbir zaman ileriye dönük bir yaşam projesi oluşturamamışlardır. Toplumların en başlıca yaşam unsurlarından olan kültürlerinin ortadan kaldırılması, sözkonusu toplumların da ortadan kaldırılması veya diğer topluluklara yem olması anlamına da gelmektedir. Bu yüzden herhangi bir toplumun kültürel ve sosyal bakımdan sömürülmesi, bütün sömürülmelerin en tehlikelisi ve acımasızı olup, o toplumun tamamen ortadan kalkması anlamına gelmesinden çok, yaşasa da en çirkin yaşamı yaşamaktan kurtulamayacağı aşikârdır.
Ulus devlet aracılığıyla tüm toplumlara karşı başlatılan kültürel soykırım operasyonları günümüzde de bütün hızıyla sürmektedir. Bu kültürel soykırım kıskacına bir de Batı Kültürünün saldırılarının da eklenmesi, soykırıma uğrayan toplumları daha büyük uçurumlara sürüklemektedir. Bir bireyin veya toplumun zihniyetinden uzaklaştırılması için her gün binlerce farklı araç ve yöntemlere başvurulması, bu soykırım kıskacının derinliğini ve acımasızlığını yansıtabilir. Bu yüzden de zihniyetinden yoksun bırakılmış toplumlar hiçbir zaman kendi yaşam felsefelerine dönük bir girişimde bulunamazlar.
Bu belirttiğimiz tüm hususları kaba anlamda dil, yani anadil bazında tanımlamaya çalışıyoruz. Yoksa zihniyet yapısının daha fazla yapıyı bünyesinde barındırdığını, bunun da yalnızca dil kapsamında tanımlanamayacağı bilinen bir husustur. Lâkin, anadilin kendisi de en önemli zihin yapı taşlarından biri olmasından dolayı, çok büyük bir önemlilik arz etmektedir. Sömürülen toplumların kalıcı bir biçimde sömürülebilmesi ve bu sömürmenin rüzgar gibi gelip geçmemesi için sömürgeci güçler öncelikle anadil konusunda saldırılarda bulunurlar ve daha çok bu boyuta önem verirler. Bu konuda çabalarını derinleştirdikleri oranda, o toplumun veya bireyin hafızasında da yer edinirler.
Önder APO bu konu hakkında Dil kavramı kültür kavramıyla sıkıca bağlantılı olup, dar anlamında esas olarak kültür alanının başat unsurudur Dilin kendisi bir toplumun kazandığı zihniyet, ahlâk ve estetik duygu ve düşüncenin toplumsal birikimidir; anlam ve duygunun bilince çıkmış, ifadeye kavuşmuş kimliksel ve ansal varoluşudur. Dile kavuşan toplum, yaşamın güçlü gerekçesine sahip olmuş demektir. Dilin gelişkinlik düzeyi yaşamın gelişkinlik düzeyidir. Bir toplum anadilini ne kadar geliştirmişse, yaşam düzeyini o kadar geliştiriyor demektir. Yine dilini ne denli yitirme ve başka dillerin hegemonyası altına girmeyle karşılaşmışsa, o denli sömürgeleşmiş, asimilasyona ve soykırıma uğramış demektir. Bu gerçekliği yaşayan toplumların zihniyet, ahlâk ve estetikçe anlamlı bir yaşamlarının olamayacağı, hasta bir toplum olarak silininceye dek trajik bir yaşama mahkûm kalacakları açıktır. Anlam, estetik ve ahlâk yitimini yaşayan toplumların kurumsal değerlerinin sömürgenlerin değerlerinin hammaddesi olarak işlenmesi de kaçınılmazdır. Sonuç olarak, dil örneğin Kürtlerdeki haliyle yaşandığında, bu durumdaki bir toplumun maddi olarak son derece yoksullaşacağı ve paramparça duruma düşeceği, dolayısıyla anlam, ahlâk ve estetikçe de yanlış, hain ve çirkin olarak yaşamaktan kurtulamayacağı gayet açıktır, demektedir. Yani dilin hiç de sadece bir haberleşme ve ilişki kurma aracı olmayıp, insan yaşamının en hayati değerlerinin ve yaşam tarzının ilk sırasında yer aldığını ve anadilsiz yaşayan toplum ve bireylerin de yaşamlarının güzellikle geçmeyeceğini belirtmektedir. Herhangi bir toplum tanımlanırken veya tanınmaya çalışılırken, öncelikle o sözkonusu toplumun diline ve dil yapısına bakılır. İnsanlık tarihi boyunca her toplum kendi diliyle anılmış ve o toplumun en başlıca yaşam unsuru bir nevi yaşam tarzı- olan anadili, mevzubahis olan toplumun tanınmasında, zihniyet yapısının oluşmasında ve yaşam akışının tarihe mal edilmesinde en başat rolü oynamıştır.
Hiçbir birey veya toplum kendi anadili olmadan ve bu dili özgürce kullanamadan hiçbir yaşam güzelliğinden ve zevkinden bahsedemez. Zaten kültürel soykırımın öncelikle kırıma uğrayan öğesi anadildir. Önderliğimiz anadili bir nevi kültür olarak tanımlamaktadır ki, anadilinden mahrum kalınan yerde, kültüründen ve kimliğinden de mahrum kalınmış olur. Kültürel soykırım değirmenlerinde (sistem okullarında) öğütülen çocukların, ait olduğu topluma soykırım ürünlerinden başka bir şey getiremeyecekleri, getirseler bile bunun çok fazla bir anlam ifade edemeyeceği de tartışmasız bir gerçekliktir. Örneğin Türkiyede, Türk faşist sisteminin hakim olduğu okullarda yetişen çocuklar, yeni nesillere soykırım aşılamaktan ve bu konuda onlara örnek teşkil etmekten başka bir fonksiyona sahip değiller. Böylelikle oto-asimilasyon uygulanmakta ve bir nevi sistemin çarkları kendiliğinden dönmektedir.
Hiçbir ulus, diğer bir ulusa ve topluluğa kendi dilini veya kültürünü dayatma hakkına sahip değildir. Hakeza hiçbir birey veya toplum da diğer bir toplumun dilini ve kültürünü yaşama ve yaşatma mecburiyetinde değildir. Sistemin öğretmeye çalıştığı gibi, kesinlikle dil sadece bir haberleşme aracı değildir. Anadilinden yoksun kalan birey ve toplum, zihniyetinden, yaşam güzelliklerinden ve ahlakından da yoksun kalmış olur. Bu yüzden de anadilimize sahip çıkmak zorunda, sahip çıkmakla da kalmamalı, daha da geliştirme ve ileriye taşıma yönünde de bir arayış içerisinde olmalıyız. Bunu gerçekleştirdiğimiz oranda kültürümüzden, kimliğimizden ve yaşam değerlerimizden bahsedebiliriz.