PART-ROMA DÖNEMİ VE KOMAGENE KRALLIĞI
20 Çile 2015 Sêşem
Sezar komutasındaki Roma orduları Pontus üzerine yürür. Ve ünlü Geldim, Gördüm, Yendim! sözünü bu isyanı bastırdıktan sonra söyler
Mahir Ulaş GÜNEŞ
Part Dönemi:
M.Ö. 250 ile M.S. 224 yılları arasında yaklaşık olarak 400 yıla yakın bir süre Mezopotamya coğrafyasını denetiminde tutan Part Krallığı Med ve Ahamenidlerden sonraki en büyük konfederasyon olma özelliğindedir. Özellikle İskender ve sonrası Selefkosların 100 yıllı aşan işgal harekâtından sonra daha yerel bir güç olması ve daha çok farklı halklardan aşiret yapılarının direniş gücünü temsil etmesi bakımından önemlidir. Ancak bu durum bile dönemin en büyük hakim güçleri arasında yaşanan savaşlarda Kürdistan coğrafyasının zarar görmesine engel olmamıştır. Bu dönem içerisinde Kürtler daha çok da Partlar ve Romalılar arasında yaşanan savaşlarda bazen Partlardan bazen ise Romalılardan yana tavır almışlardır. Her ne kadar zaman zaman taraf tutmak zorunda kalmışlarsa da daha çok da her iki güce de mesafeli kalarak kendi özerk yapılarında ısrar etmişlerdir.
Part ülkesinin kuzeydoğu bölgelerinde yer alan Kürt toplumsal ve idari yapıları halen Med adını kullanarak bazı oluşumlara da gitmekteydiler. Özellikle Part-Roma savaşları sırasında doğan gevşek idari yapıdan kendilerine pay çıkaran Med kökenli toplumsal yapılar değişik zamanlarda ve isimlerde varlıklarını devam ettiriyorlardı. Bunlarda kayıtlara geçen Taçak Med Devleti M.Ö. 36 yılında Romalı komutan Antonyus, Azerbaycan ve Ermenistana saldırdığında Urmiye çevresinde halen etkinliğini sürdürüyordu.
Romalılarla yapılan savaşlarda Roma ordusundan bol miktarda ganimet Partların eline geçiyordu. Ancak yönetim olarak Partlar çok da adil bir yönetim sergilememekteydiler. Bundan dolayı Part egemenliği altındaki Kürt yapıların Roma ile işbirliğine girdiği görülmektedir. Bazı bölgelerde ise Kürt yapılarının, daha M.Ö. 200lü yıllardan itibaren daha bağımsız bazı yapılara yöneldikleri görülmektedir. Özellikle Selefkosların hâkimiyet alanlarında Part ülkesinin Kuzeybatı bölgesinde Selefkosların yıkılmasının ardından Komagene adı ile bir devlet yapısı tarihte yerini almaktaydı.
Ancak Part krallığı Komagene Krallığı dışında kalan Kürdistan coğrafyasının neredeyse tamamını elinde bulunduruyordu. Partlar, M.Ö. 175 yılında İranın kuzeybatı bölgesini ele geçirerek Med bölgesine egemen oldular. Part kralı I. Mitritades (M.Ö. 176-170) doğuda Baktariyanı egemenliği altına almış, batıda nüfuzunu Kafkaslardan Fırat boylarına kadar yaymıştı. Partların bir ara zayıflamasından yararlanan Romalı kumandan Pompeius, M.Ö. 163 yılında Dicle Irmağı yörelerini ele geçirir. Selefkus kralı Demetriu Nikator ise Partların Mezopotamyayı istila etmelerini önlemek için askeri hazırlıklar yaptı ancak Partlarla yaptığı savaşta yenilgiye uğradı. Partlar, bu zaferlerinden sonra Mezopotamyayı istila ettiler. Çatışmada tutsak alınan Selefkus kralı da Hirkanya bölgesine sürgüne gönderildi. Roma orduları da Mezopotamyadan uzaklaştırıldılar.
Ancak daha sonra başa geçen Selefkus kralı Antiokhus Sidetes, 70 bini bulan ordusu ile Mezopotamya sınırına dayandı. Partların kötü yönetiminden bıkmış olan halk, Selefkus kralına destek oldu. Kral orada Partlarla giriştiği ard arda üç savaşta M.Ö. 130 yılında Mezopotamyayı Partlardan geri aldı. Ancak bir yıl sonra Part kralı II. Fıraad (Ferhad), Selefkusları yenilgiye uğratarak Mezopotamyayı onlardan geri aldı. Bu olaydan sonra Partlar İran kısmındaki bölgeleri ele geçirmiş, doğuda Ariya ve Herat bölgeleri Partların egemenliğine girmişti.
Ancak bu süreçle beraber Romalılar da Anadolu ve Mezopotamyaya doğru seferlerini sıklaştırmakta ve etkili olmaktaydılar. M.Ö. 115de Romalı komutan Trayan döneminde Roma orduları Amid (Amed) bölgesini Partlardan alırlar. Ancak kısa bir süre sonra Part orduları Amid bölgesini Romalılardan geri alır.
Roma Krallarından olan Severusun M.S. 190 yıllarından itibaren Mezopotamya üzerine gerçekleştirdiği saldırılar, Parth Krallığı içerisinde bölgesel isyanların artmasında ve Sasanilerin ortaya çıkmasında etkili bir rol oynamıştır. Bölgesel isyanların en önemlisi M.S. 204-205 yılında Fars eyaletinde yerel bir yönetici olan Papak (Papag) tarafından çıkarılmıştır. Parth Kralı IV. Artabanus (M.S. 216-224) ile kardeşi VI. Vologases arasındaki hanedanlık mücadelesinin yarattığı kargaşa ortamından faydalanan Papak, Persis topraklarındaki nüfusunu artırmayı başarır. M.S. 220 civarındaki ölümünden sonra oğlu I. Ardaşir M.S. 224 yılında yaklaşık 400 sene süren Parth İmparatorluğuna son vererek Sasani Krallığını kurmuştur.
M.S. 224 yılında Sasani Kralı Ardaşir tarafından yıkılana kadar da Part kralları Kürdistan coğrafyası üzerinde Roma imparatorluğuna karşı hakimiyet savaşlarına aralıksız devam etmişlerdir. Nihai olmazsa bile Fırat Nehri genel anlamda Roma ve Part ülkeleri arasında bir doğal sınır olarak kabul edilmiştir. Sasani imparatorluğu kurulduktan sonra da bu savaşlar bu kez Roma ile Sasaniler arasında devam etmiştir.
Komagene Krallığı:
Komagene adını henüz krallık olarak kurulmadan yüzyıllarca önce (ilk kez M.Ö. 850 civarında) Asur yazılı kayıtlarında görüyoruz. O dönemlerde ismi Kummu yahut Kummuh krallığı olarak geçer ve Asur egemenliğindedir. Bir Asur kralının tutanaklarında, Kummu halkının krala vergi olarak altın, gümüş ve sedir ağacından yapılmış tahta verdiği yazılıdır. Daha sonra ise yine Asur yazıtlarında M.Ö. 700 civarında bir Komagene kralının Asurlara başkaldırdığı ve çıkan savaşlar sonrasında yenildiği yazılır. Asur yazıtlarında, Asur Kralı Sargonun başkaldıran bu kral hakkındaki sözleri aynen şöyledir:
Tanrılardan korkusu olmayan tanrısız bir adam bu. Sadece kötü planlar yapan bir hilekâr. Karısını, oğullarını ve kızlarını, malını ve hazinelerini aldım ve onları Mezopotamyanın güneyine sürdüm. Bu yazıtlardan iki sonuç çıkmaktadır:
Komagene Krallığının kurulduğu coğrafyada yaşayan ve Aryen kökenli Kummu ya da Kummuh olarak adlandırılan bir halk M.Ö. 700 yıllarından itibaren siyasi hakimiyet davası gütmektedir. Ve bu amaçla işgalci güçlere karşı isyanlar gerçekleştirmektedirler,
Bölgede egemen olan emperyal güçler ise tüm Kürt isyanlarında olduğu gibi bu isyanları da kanla bastırmakta, talan etmekte ve bir daha isyan edilmemesi için bölgeyi bu insanlardan boşaltmaktadırlar.
Bu her iki durum da aslında Komagene öncesi ve sonrasında Mezopotamya coğrafyasında Aryen kökenli Kürt etnisitesinin başına gelen bir durumdur. Ancak buna karşılık dönem ve koşullar uygun hale geldiğinde ise sonuç çok da kötü olmamaktadır. Tıpkı yüzyıllar süren isyanlar ve sonrasındaki bekleyişlerden sonra Komagenenin M.Ö. 162 yılında bağımsız bir krallık olarak bu coğrafyada kendilerini var etmeleri gibi.
Komagene krallığını kuran halkın, Kürtlerin Zelani koluna mensup aşiretler olduğu söylenir. Komagene sözcüğünün etimolojik analizi de açıkça Kürt kökenine işaret etmektedir. kom sözcüğü Kürtçede hem topluluk hem de küçük köy, mezra anlamına gelmektedir. Gen ve gel sözcükleri de soy (kabile, aşiret) ve halk anlamına gelmektedir. Komagene olarak yan yana geldiğinde aşiretler topluluğu gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır ki, bu adlandırma tam da farklı kültürleri ve gelenekleri olan değişik diller konuşan grupları bir araya getirip kaynaştıran pota niteliğindeki bu krallığa uygun düşen bir adlandırmadır. Krallık sınırları daha çok bugün Kürtçede Semsur olarak adlandırılan Samsat ili merkez olmak üzere Antepteki Zeugma Kenti, Urfa, Malatya ve Sofene (Elazığ) alanlarını kapsamaktadır.
Partların Selefkoslar ile savaşı sonrasında bölgede siyasi otoritenin zayıflaması ardından Komagene Krallığı yavaş yavaş kendi siyasi otoritesini oluşturmaya başlamıştı. İlk kralları olan Ptolemaeus (M.Ö. 163-130) ve Samesin (M.Ö. 130-109) ardından kral olan Mithridates I Callinicos (M.Ö. 109-86) zamanında krallık en görkemli çağını yaşamaktadır. Hem maddi hem de manevi kültürel değerlerin yaratılması çalışmalarına başlanmıştır. Mithridates etraftaki güçlü düşmanlar karşısında tanrıların yardımını alabilmek amacıyla onlara büyük bir anıt yapma kararı alır. Oğlu ve kendinden sonraki kral Antiochus I Theos (M.Ö. 86-38) ile beraber Nemrut dağı ve anıtlarını yapmaya başlarlar. Mithridates belki sadece savaşta tanrılarının yardımını yapmak amacıyla bu işe başlamış olsa da yerine geçen oğlu Kral Antiochus krallık için gerçek anlamda bir ideolojik alt yapı oluşturmaya çalışmıştır. Kendi adının sonuna Theos ekleyerek kendini tanrılarla eş tutmuş ve kendi heykelini tanrıların heykelinin yanına koydurmuştur. Panteonda yer alan tanrıların hepsinin isimleri hem Pers dilinde hem de Helen dilinde yazılmıştır. Panteonda tanrı heykellerinin sıralaması aynen şu şekilde yapılmıştır: 1.sırada Kral Antiokhosun kendi heykeli (Antiokhos kendisini de tanrılar sınıfına koyarak Antiokhos Theos unvanını kullanmıştır. Theos Yunancada tanrı demektir) 2. sırada Komagene / Fortuna (Tanrı ve tanrıça adlarının hep ikili olduğuna dikkat çekiyor) adlı şans, uğur, bereket sembolü tanrıça yer almaktadır. 3. sırada yani tam ortada diğerlerinden daha yüksek boyuyla Zeus / Ahura Mazda baş tanrı ve gökler hâkimi olarak yer alır. 4. sırada Apollon/Mithra ışık ve güneş tanrısı olarak yerini alırken, 5. sırada ise Anadoluda Herkül adıyla anılan Herakles/Artagnes kuvvet ve kudretin sembolü olarak yerini almaktadır. Bu panteon oluşumundan ve sıralamadan da anlaşılacağı üzere Komagene bir halklar topluluğu, kültürler bileşkesidir. Oluşturulan dağa Nemrud adının verilmesi de tesadüfi değildir. Kürtçe de Nemrud, Nemırd-Nemır yani ölümsüz anlamındadır. Yani tanrılar panteonu Ölümsüzler Dağı olarak Çiyayê Nemrud biçiminde isimlendirilmiştir. Bununla da oluşturulan kültür ölümsüz kılınmaya çalışılmıştır. Komagene krallığının diğer merkezleri Perre Antik Kenti ile Karakuş Tümülüsleri olarak tespit edilmiştir. Ayrıca diğer bazı merkezler ise Kültür katliamı için kurulmuş olan barajların altında kalmıştır.
Komagenede sosyal yaşamda aile bağlarının çok önemli olduğu gözlenmektedir. Zaten Genin bir diğer anlamı da aile olarak tanımlanabilir. Bundan dolayı sosyal yaşamda aile ilişkileri kutsanır ve çok değer verilirdi. Bunun yanında aileye bağlı kabile ve aşiret yapıları da aynı değerdeydi. Her ne kadar Kral Mithridates bunu aşma yönünde çabalar geliştirmeye çalışmış, farklı kültürlerden gelen birçok yapıyı tek bir potada birleştirerek güçlü bir sosyal yapıya dayalı siyasal bir güç kurmak istemişse de bunu tam olarak başaramamıştır.
Komagenenin sanat ve mimari alanlarında doğu batı sentezi yönünde ciddi adımlar attığı gözlenmektedir. Bu anlamıyla Helenistik kültürün derin etkisi alındadır diyebiliriz. Aryen kültürü Helen özelliklerle harmanlayarak günümüze kadar gelen birçok şaheser bırakmışlardır. Sanat alanları sadece mimarı ve heykel alanlarında değil şiir ve edebiyat alanlarında da oldukça gelişkindir. Özellikle Kral Antiokhos zamanında sarayda, Kralın Arkadaşları anlamında kullanılan philoi adında bir sanatçı grup sanat faaliyetleri yürütmüşlerdir.
Ekonomik alanda tarım ve hayvancılığın yanında ticaretin etkin bir ekonomik faaliyet olduğu görülmektedir. Dönemin çatışan iki büyük imparatorluğu arasında yer alması ve ticari geçiş yollarını elinde bulundurmasından dolayı ticaret alanında olukça büyük zenginliklere ulaşmışlardır. Özellikle İpek ve Baharat ticaretinin yaygınca yapıldığı görülmektedir. Gelen mallar hem ülkeye zenginlik kazandırıyor hem de diğer ülkeler ile ticari ilişkilerin derinleşmesini sağlıyordu.
Ancak Komagenenin bu zenginliği ve huzuru fazla sürmeyecekti. Bir taraftan Partlar Suriye topraklarına doğru akınlarını hızlandırırken diğer yandan Romalılar hem Partlara karşı tedbir almak hem de Anadolu krallıklarındaki zenginliğe el koymak amacıyla Anadolu üzerindeki seferlerini arttırıyordu. M.Ö. 80lerle beraber Anadoludaki krallıkları bir bir ele geçiren Roma en son M.Ö. 70 yılında Anadolunun en büyük krallıklarından olan Pontus Krallığını da ele geçirdikten sonra artık Partlarla arasında sadece Komagene Krallığı kalmıştır. Partlar da Romanın bu ilerleyişine karşı batıya doğru Komagene üzerine doğru akınlarını arttırır. Ancak Komagene Krallarından II. Antiokhos kızlarından birini Part kralı ile evlendirerek aslında Roma ve Part arasındaki çelişkide tarafını belirlemiş oluyordu. Ancak bu çelişkili durum uzun bir süre daha devam edecek ve Komagene toprakları da Kürdistanın diğer alanları gibi Part ve Roma İmparatorlukları arasında bir savaş alanı olacaktır. Özellikle de Komagene merkezleri Roma saldırılarına maruz kalmıştır.
M.Ö. 69 yılında Roma ordularının ilk defa Samsatı kuşatmasında Komagene orduları Roma ordusuna karşı büyük bir başarı elde etmiş Roma ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu yenilgiyi fırsat bilen Partlar ise Suriye üzerindeki ilerlemesine devam etmişlerdir. Ancak Roma M.Ö. 64 yılında tekrardan Komagene üzerine sefer düzenlemek isterken Pontus krallığında Romaya karşı bir isyan başlar. Bunun üzerine Sezar komutasındaki Roma orduları Pontus üzerine yürür. Ve ünlü Geldim, Gördüm, Yendim! sözünü bu isyanı bastırdıktan sonra söyler. Ancak bu zaferden sonra Roma ordusundaki iç çelişkilerden kaynaklı olarak Roma ordusu ikiye bölünür. Doğu ordularının başına geçen Markus Antonius ise M.Ö. 36-38 yılları arasında Kürdistan üzerinden Part ülkesine saldırır. Kuzey İran alanında Part ordusunu yendikten sonra yönünü tekrar Komageneye çevirir. Ancak Komagene Kralı II. Antiokhos ülkesini iyi bir askeri taktikle savunur ve Antoniusun ordusu geri çekilmek zorunda kalır. Bu zaferden sonra M.S. 72 yılına kadar Komagene Krallığı daha çok bir Part eyaleti olarak varlığını devam ettirmiş olsa da artık eski gücü kalmamıştır.
Daha sonra Roma imparatorluğundaki PAX ROMANA adlı barış sürecinde Mezopotamya üzerine herhangi bir saldırı olmamıştır. Ancak Pax Romananın bitmesinin ardından başa gelen imparator Trayanus yönünü tekrardan Mezopotamya ve Fırat nehrinin doğusuna dikmiştir. Bunun üzerine M.S. 72 yılında Roma ordusunun gerçekleştirdiği saldırılar sonucu Samsat düşmüş ve Roma ordusu tarafından tüm Komagene yapıtları bir daha hatırlanmaması ve isyana sebep olmaması gerekçesi ile yıkılarak talan edilmiştir.
Roma Dönemi:
Romanın Mezopotamya ile olan ilişkileri somut olarak M.Ö. 133 yılında Pergamon Kralı III. Attalos Philomatorun (M.Ö. 139-133) ölmesinin ardından geride şaibeli bir vasiyet bırakmasıyla başlamıştır. Buna göre Attalos krallık merkezi olan Pergamon dışındaki topraklarını Romaya bırakmıştır. Böylece Roma M.Ö. 129 yılında Anadoludaki ilk eyaleti olan Ön Asya (provincia Asya)yı kurmuştur. Romanın M. Ö. II. yüzyıldan itibaren Hellenistik krallıkları birer birer ele geçirmesi, sonunda Roma ile Pontus Kralı VI. Mithradatesi (M.Ö.121/120-63) karşı karşıya getirmiş ve M.Ö. 89-63 yılları arasında Roma için zorlu savaşların yaşanmasına neden olmuştur. Roma, Pontuslu Mithradates ile savaşlara girişmeden önce Partları yanına çekmek ya da en azından savaşta onların tarafsız kalmalarını sağlamak amacıyla M.Ö. 95 yılında Part generali Sulla aracılığıyla Part elçileriyle görüşmüş ve iki imparatorluk arasında Fırat sınır olarak kabul edilmiştir. Fakat iki imparatorluk arasında dostane başlayan ilişkiler, Pontuslu Mithradatesin intihar etmesi ve Hanedanlığının Romalılar tarafından ilhak edilmesinin ardından zamanla yerini savaşlara bırakmıştır. Ve bu savaşların ana coğrafyası yine Kürdistan toprakları olmuştur. M.Ö. 53 yılında Romalı ünlü General Marcus Licinius Crassus (M.Ö. 115-53) önderliğinde Harranda yapılan savaşta Roma ordusu ağır bir yenilgi almış ve Crassus öldürülmüştür. M.Ö. 40-33 yılları arasında Romalı devlet adamı ve doğu komutanı Marcus Antonius, Parthlara karşı başarısız bir sefer yapmış, bunun ardından imparator Augustus (M.Ö. 27-M.S. 14), barışçıl bir dış politikaya yönelmiş ve M.Ö. 20 yılında iki imparatorluk arasında Fıratın sınır kabul edildiği bir anlaşma tekrardan imzalanmıştır. Pax Romana denilen bu dönemin, M.Ö. I. yüzyıldaki Roma İç Savaşının bitmesiyle başladığı ve İmparator Marcus Aureliusun (M.S. 161-180) ya da oğlu Commodusun (M.S. 180-192) ölümüyle sonlandığı kabul edilir. Romanın yeni İmparatoru Augustus, sınırsız bir imparatorluğu vurgulamış; ancak imparatorluğun mevcut sınırları içinde barışçıl bir politika izleyerek Fıratın yukarı kısımlarını fethetme yoluna gitmemiştir.
Roma ile Parthlar arasındaki sınır, M.S. II. yüzyıla kadar Fırat nehri olarak kalmışken, Trayanusun (M.S. 98-117) başa geçip imparatorluğun sınırlarını genişletmek istemesiyle değişikliğe uğrar. Roma orduları Fırat ile Diclenin doğusuna geçerek Mezopotamyada yeni bir işgal harekâtı başlatırlar. Cassius Dio adlı Romalı yazar Trayanusun asıl amacının imparatorluğunun topraklarını İskenderin sınırlarına ulaştırmak olduğunu söyler. Fakat imparator bu amacına ulaşamamıştır; zira M.S. 117 yılında cephenin gerisinde büyük bir isyan çıkmış ve ardından ordu Hatrada (Irakta al-Hadr kenti) ağır bir yenilgiye uğramış; imparator da aynı yılın Ağustos ayında Romaya dönüş yolculuğu sırasında Kilikyada iken Selinusta ölmüştür. Ardılı Hadrianus (M.S. 117-138) da babası tarafından fethedilen topraklardan vazgeçmiş ve imparatorluğun sınırlarını tekrardan Fıratın batısına çekmiştir. Hadrianus, imparatorluğu senato tarafından onaylandıktan hemen sonra Parth Kralı I. Osroes ile antlaşma yapmış ve Trayanusun (Fırat ve Diclenin doğusu olarak adlandırılan) Kürdistanda işgal ettiği yerlerden geri çekilmiştir. İmparator Septimius Severus Döneminde (M.S.193-211) ise Roma-Part ilişkileri yeniden gerilmiş, M.S. 197 yılında Partlar Nisibisi (Nusaybin) kuşatma altına alınca imparator doğu seferi düzenlemiş ve bu dönemde Legio I, II, III Parthica adıyla üç yeni lejyon oluşturmuş, bunlardan yalnızca Legio II Parthicayı İtalyada bırakarak diğerlerini Mezopotamyaya yerleştirmiştir. Bu durum Mezopotamya üzerinde bir Roma işgaline yol açmışsa da M.S. 235 yılında Alexander Severusun öldürülmesi Romayı III. yüzyıl krizi ya da askeri anarşi olarak adlandırılan bir dönemin içine sürüklemiştir. Çünkü Alexander Severusun öldürülmesiyle kimin imparator olacağına askerler karar vermeye başlamış; böylece Roma iç dünyasında kargaşa ve kaos ortamı meydana gelmiştir. M.S. 235-284 yıllarını kapsayan bu elli yıllık süreç içerisinde Mezopotamyada gelişmekte olan Sasani İmparatorluğu İskender öncesi Pers-Med İmparatorluğunun ihtişamlı yıllarını geri getirmek amacıyla yeni bir hamleye girişmekteydiler.
Roma ve Part dönemi boyunca Kürdistan coğrafyası tam bir savaş arenasına dönmüştür. Gerek Roma gerekse de Part imparatorlukları Kürdistan coğrafyası üzerinde tek taraflı bir hakimiyet kuramadıkları gibi Kürtlerin kendi başlarına bir güç olarak kalmalarına da asla müsaade etmemişlerdir. Bu iki imparatorluk kendi aralarında savaşırlarken Kürtlerden de askeri güç olarak yararlandıkları görülmektedir. Bölgede hakimiyet savaşı yürüten bir çok gücün yanında yer aldıkları gibi dönem dönem kendi ordularını da kurarak bu güçlere karşı savaştıklarına da tarihte şahit olmaktayız.
Romalı yazarların bu coğrafya hakkında verdikleri bilgiler oldukça sınırlı olsa da açıklayıcı birçok detayı da içermektedir. Ancak şu anlaşılmaktadır ki; Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bölge her iki imparatorluk için de bir tampon bölge olarak değerlendirilmiş ve hangi ülke orada hakimiyet kurmak istemiş ise diğeri ona engel olmaya kalkmıştır. Bu nedenle bu bölgede bulunan Nisibis (Nusaybin), Amid (Amed), Carrhae (Harran), Sofene (Elazığ), Mardia (Bitlis-Ahlat), Derzene (Dersim) gibi merkezler birçok defa el değiştirmiştir. Ancak bu dönemde Kürdistanın güney bölgelerinde Adiabene (Hewler merkezli), Apameadan ve Mesene gibi Kürt bölgelerinin ise kısmi özerk bir yapıda olduğu anlaşılmaktadır.
Değişik dönemlerde yaşamış olan Roma yazarları gerek Kürdistanın coğrafi yapısı, gerek sosyal durumu ve gerekse de siyasi tavırlarına ilişkin değişik bilgiler vermektedirler. M.S. 23-79 yılları arasında yaşamış olan Pliny, Naturalis Historia (Doğal Tarih) adlı kitabında Kürtlerden bahsetmektedir. Pliny, kitabın 46. bölümünde Kürdistana Gordyaei (Gord Yurdu) demektedir. Dicle (Tigris) adlı bölümde Dicle adının Med dilinde Ok anlamına geldiğini ve nehrin adını ise okun hızlılığından aldığını ve Dicle nehrinin Gordyaei dağlarından geçtiğini yazmıştır. Dicle nehrinin Ermenistandan başlayıp ''Kürdistan dağlarından'', yine Kürt bölgeleri olan Adiabeneden, Apameadan ve Mesene kasabasından geçtiğini yazmış, Eskiden Carduchi halkı (Kardukhi) olarak bilinen şimdi ise Cordueni, Adiabeneyle birleşir ve önlerinden Dicle nehri akar diye devam etmiştir. Kafkas kapılarının ardında Gordyaean (Kürdistan) Dağlarında Valli ve Suarni diye barbar ve gaddar kabilelerin halen bulunduğunu fakat onların altın madenlerini işlettiklerini yazarak kendisiyle çelişkiye düşmüş, barbar kabilelerin nasıl olur da altın madenlerini işlettiğini açıklayamamıştır.
46-120 yılları arasında yaşayan Plutarch ise kitabının Roma generali Liciniusun hayatını ele alan bölümünde Kürt ve Kürdistandan bahsetmektedir. Kürdistan kralı Zarbienusdan bahseden Plutarch, Ermenistan kralı Tigranesin baskısına karşı ittifak için Zarbienusun Roma konsülü Appius Claudius yoluyla Roma generali Licinius ile gizlice irtibata geçtiğini aktarmış. Tigranesin, Kürt Kral Zarbienusu, karısını ve çocuklarını Romalılar Ermenistana girmeden önce suikast düzenleterek öldürdüğünü ve Romalıların Ermenistanı ele geçirdikten sonra Zarbienus ve ailesi adına cenaze töreni düzenlediğini aktarmıştır.
Ptolemy adıyla da bilinen Claudius Ptolemaeus, Carduchileri (Kürtleri) Gelilerin aşağısında Margasilerle Cadusilerin topraklarına yakın bölgelerde gösterir ve daha ilerde ise Gordyeneden (Kürdistan) ve Gordyaei Dağlarından söz eder. Suriye üzerinde hakimiyet kurmak için Mısır kralı Ptolemy III ile M.Ö. 217 yılında yaptığı savaştan bir süre önce isyancı Medya satrapı Melonu yenilgiye uğratan Selefkos kralı Antiochus IIIün ordusunda Cardaceslerin de (Cardaclar veya Kardalar) olduğunu aktarır. Ayrıca, Ptolemy Kürt aşiretleri hakkında bilgiler vermektedir. Amedin Bekiranlıları için Bagraoandene, Dîlokun Belikanlıları için Belcanea, Hakkarinin Tiriganlıları için Tigranoandene, Elazığın Subhanlıları için Sophene, Dersimliler için Derzene, Botanlılar için Bokhtanoi aşiretlerinin adlarını verir. Bu aşiretler bugün halen mevcuttur. M.S. 115 yıllarında Korduene kralının adını Manisarus olarak verirken Korduene (Kürdistan) şehirleri, adlı kitabında buraların Ermeniler tarafından fethinden sonra Ermeniceleştirilmeye tabi tutulduğunu belirtir.
Roma yönetim istemi eyalet sistemine dayalı idi. Antik Romada, imparatorluğun İtalya yarımadası dışında kalan topraklarının yönetilmesi için oluşturulmuş en büyük idari birim eyalet sistemleri idi. Eyaletler genellikle senato sınıfından, çoğunlukla da eski konsüller arasından seçilen valiler tarafından yönetilirdi. Bu valilerin emirlerinde Romaya bağlı lejyonlar olurdu. Her vali gönderildiği eyaletin yerel güçleri ile de İmparatorluk çıkarları temelinde ittifaklar gerçekleştirir ve onlardan eyaletin savunması için asker alırdı. Ayrıca yönetimde de yerel güçlerle ortak konseyler oluşturulur ancak son karar hakkı valiye tanınırdı.
Kürdistan açısından da Romanın ele geçirdiği alanlarda idari yapı bu biçimde gerçekleşmekte idi. Ancak amaç elde tutulan alanın zenginliklerinin Romaya aktarılması idi. Ve gerek tarım ve hayvancılık gerekse de madencilik konularında Kürdistan Roma için tam bir zenginlik merkezi idi. Ayrıca antik dönemlerden beri Kral Yolu olarak adlandırılan İpek Yolu ile Baharat Yolu tam da Kürdistanın merkezinden geçmekte idi. Bu yolları elinde bulunduran güç dünya ticaretini de elinde tutmaktaydı. Bu nedenle Roma bu bölgeyi başkalarına kaptırmak istemiyordu. Dönemin emperyal güçleri açısından eğer benim değilse kimsenin olmamalı mantığı Kürdistan coğrafyası için yürütülen siyasetin ana mantığı olmaktaydı.