BİLGİ FELSEFESİ

05 Adar 2015 Pêncşem

Bilgi felsefesi, belirli bir bilgi türünü değil de, insanla, dışındaki dünya arasındaki ilişki ile ortaya konulan bilgi sürecini genel olarak ele alır ve bu sürecin tüm aşamalarını inceleyerek sonuçlara ulaşır









Ayhan KAYA

“Felsefenin, insan bilgisinin kaynağını, sınırlarını, geçerliliğini ele alan dalına bilgi felsefesi denir.” Bilgi felsefesi, belirli bir bilgi türünü değil de, insanla, dışındaki dünya arasındaki ilişki ile ortaya konulan bilgi sürecini genel olarak ele alır ve bu sürecin tüm aşamalarını inceleyerek sonuçlara ulaşır. Akıl, sezi, duyu gibi yetilerimizin dış dünyayı algılayışımızdaki yerlerini ve görünenin ötesini bilmemize imkân verip vermeyeceği gibi soruları cevaplamaya çalışır.

Bilgi felsefesi oldukça geniş bir alandır.  O yüzden temel noktalarda bir çerçeve çizmekle yetineceğiz. Yukarda tanıma ilişkin bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bilgiyi, bilgi kuramını ele alırken doğruluk, gerçeklik kavramlarının netleştirilmesi gerekecek. Yine bilgi felsefesinin temel sorunu olarak bilginin kaynağı ve bilginin değeri üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü pek çok felsefecinin anlaşamadığı ve değişik yorumlara neden olan temel sorunu teşkil ediyor bu iki nokta. Birde farklı yorum ve ele alışlardan dolayı pek çok ayrı düşünce akımına neden olan temel bir problem var: Doğru bilgiye ulaşmak mümkün mü değil mi? Septiklere ve sofistlere göre doğru bilgi imkânsızdır. Ama rasyonalistlere, ampiristlere, pozitivistlere, sezgiselcilere göre ise pekâlâ mümkündür. Bir birinden farklı bu akımları ana hatlarıyla ortaya koymak konuyu daha anlaşılır kılacaktır.

1.Temel Kavramlar

A. Doğruluk

Gerçek ile düşüncenin uyuşması halidir. İnsanın herhangi bir konu hakkında kafasında ulaştığı yargı ile o şeyin gerçekliğinin aynı olması durumudur. ‘’Bilginin nesnesiyle çakışmasıdır.’’ Mesela Kürdistan dört parçaya bölünmüştür bilgisi doğru bir bilgidir. Bir insanın yaptığı araştırmalar sonucu ya da gördüklerinden hareketle ulaştığı bu düşünce Kürdistan’ın hâlihazırdaki gerçekliği ile uyumludur. Ama Kürdistan çöllerle kaplı bir ülkedir yargısı,  Kürdistan gerçekliğine tezat bir durumu ifade ettiği için yanlıştır.

B. Gerçeklik

İnsan yetilerinden bağımsız olarak bir varlığın varoluş halidir. Mesela ay, yıldız, gezegen, dağ, su, çiçek vb. insan düşüncesinin bir sonucu değil de, ondan bağımsız var olma durumunu ifade ediyor. Mesela cinlerin, ruhların, perilerin vb. gerçekliği yoktur. Çünkü insan düşüncesinin birer yaratımlarıdırlar. Gerçeklik, bir şeyin varoluşuyla ilgili, doğruluk ise bilginin bir özelliğidir. Yargının gerçekliği dile getirip getirmemesine bağlıdır.

2. Bilgi Felsefesinin Temel Sorunları

A. Bilginin Kaynağı

İnsan bilmeye öğrenmeye meyilli bir varoluşa sahiptir. Kendisini kuşatan evren hakkında genel bir düşünceyle bile pek çok bilgiye ulaşır.  Her insan doğru yanlış pek çok konuda kimi bilgilere sahiptir. Acaba bu bilgiler nasıl meydana gelmektedir, bu bilgilerin oluşmasında rol oynayan faktörler nelerdir ya da bilgiyi oluşturan esasta nedir. Bilginin kaynağı üzerinde yürütülen bu tartışmalarda cevaplar farklı farklı olmakta ve bu durum farklı felsefik akımlara sebebiyet vermektedir.

Bilginin kaynağına dair yürütülen tartışmalarda 4 nokta öne çıkmaktadır. Kimileri bilginin akla dayandığını ve bilginin oluşum sürecinde temel kaynağın akıl olduğunu iddia ederler. Bazıları ise ancak deney yolu ile elde edilen düşüncenin bilgi olduğunu savunurlar. Aynı şekilde bilginin kaynağı olarak duyuları esas alanlar olduğu gibi zihin ve duyuların yanıltıcı ve sadece görünenle sınırlı olduğunu ileri sürüp bilginin kaynağı olarak sezgiyi esas alanlarda vardır. O yüzden bilginin kaynağı sorunu Bilgi Felsefesinin temel sorununu oluşturmaktadır.

B. Bilginin Değeri

Tabi her konuda pek çok bilgi mevcuttur. Hatta herkesin bir bilgi dağarcığı, bilgi düzeyi vardır. İşte bu noktada bilginin değeri konusu önem kazanmaktadır. Değerli bilgi doğru olan bilgidir. Doğru bilgi ise varlığın gerçekliğini ortaya koyan bilgidir. O halde insan, varlığın gerçekliğini bilebilir mi, Bilgi gerçeği verebilir mi soruları önem kazanmaktadır. Çünkü bu konuda da değişik yaklaşımlar ve felsefi akımlar bulunmaktadır. Doğru bilginin imkânsızlığını savunan akımlar olduğu gibi, doğru bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu savunan akımlar da bulunmaktadır. Bu yüzden doğru bilginin imkânı ya da imkânsızlığı, Bilgi Felsefesinin temel problemi olarak ortaya konulmuştur.

3. Bilgi Felsefesinin Temel Problemi

a-Doğru Bilginin İmkânsızlığı

Doğru bilginin imkânsızlığını savunan temelde iki akım bulunmaktadır. Birincisi septikler, ikincisi ise sofistlerdir. Bu iki akıma ilişkin konu bağlamında ana hatları ile şunları belirtebiliriz

1-Septisizm (Şüphecilik)

“İnsan zihninin değişmez bir gerçeğe ulaşamayacağını, hakikat olarak kabul edilebilecek bir şey için zihnimizde bir ayraç bulunmadığını, bundan dolayı da kesin hükümler vermekten kaçınmamızın ve her şeyden “prensip olarak şüphe etmemizin” doğru olacağını kabul eden görüştür.” Bu düşünceyi esas alanlar bir bilginin mutlak doğruluğunu ya da yanlışlığını kabul etmedikleri gibi inkâr da etmezler. Sadece o bilgiden şüphe ederler. O bilgiye dayalı yargılara ulaşmazlar.

Septik akımın öncüsü olan Pyrrhon’a göre hiçbir şey ne doğrudur ne yanlıştır. Her yargının çelişiği bir yargı da vardır. Doğruyu yanlıştan ayıran bir ölçüt olmadığına göre varlıklar hakkında varolan çelişik yargılardan hangisinin doğru olduğunu bilemeyiz. Bu nedenle doğru bilgiye ulaşmanın imkanı yoktur.

Şüpheci filozoflardan Timon’ ise; Nesnelerin gerçek yapısı bilinemez, Bu nedenle her türlü yargıdan kaçınmalıyız, Böylelikle ruhun sarsılmazlığına yani mutluluğa ulaşırız, görüşünü ortaya koymuştur.

Günümüzde bilimin katettiği mesafe ve atom altı fiziği ile maddenin gerçekliğine dair ulaşılan sonuçlar ortadayken, bu akımın hala ne düzeyde savunulduğunu bilemiyoruz ama kesin yargıları reddetmek gerektiğini belirtmekte, kesin bir yargı değil midir? Bu düşünceyi savunan biri her yargıdan şüphe ettiğinden şüphe edebilir mi? Nitekim varlığından dahi şüphe eden Descartes’in ‘’düşünüyorum öyleyse varım’’ yargısı bu düşüncenin kendi içinde çelişik olduğunu açıkça ortaya koymuyor mu?

2-Sofistler

Sofistlere göre gerçeklik kişiden kişiye değiştiği için doğru bilgiye ulaşmak imkânsızdır. Sofist Protagoras, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyerek, doğruluğun insanlara göre değiştiğini ileri sürmüştür. Üşüyen insan için rüzgârın soğuk, üşümeyen için soğuk olmadığını belirterek herkes için geçerli mutlak bir bilginin olamayacağını savunmuştur.

Bilginin imkânsızlığını ileri süren sofist filozoflardan Gorgias bu görüşünü, “hiçbir şey yoktur, olsa bile bunu bilemezdik, bilseydik de başkalarına bildiremezdik” sözleriyle dile getirmiştir.

Sofist düşünce özünde bilginin değerden düşürülmesidir. Hakikatin atomlarına dek parçalanması ve insanın en ayırt edici yanı olan düşünme ve bilme ediminin anlamsız kılınmasıdır. Günümüzde “gerçeklik izafidir” diyerek kafa karışıklığına yol açan postmodernist yaklaşımlar, özünde sofistliğin modern halini temsil ederler. Muazzam bir bireycilik, amaç ve arayıştan kopma, duygu ve güdülerin tatminini esas alma, hepsi bu tarz zihniyetin tezahürüdür.

B. Doğru Bilginin İmkânı

1- Rasyonalizm (Akılcılık)

Rasyonalizme göre doğru bilgi olanaklıdır ve doğru bilginin ölçütü akıldır. İnsan akıl yoluyla her şeyin gerçekliğine ulaşabilir. Hakikate akılla varmak mümkündür. Dolayısıyla insan aklının çözemeyeceği hiçbir gerçeklik yoktur. Akıl, doğuştan gelen bir yeti olduğu için, insanlar doğuştan doğru bilgiyi bilme potansiyeline sahiptir. Bu potansiyeli açığa çıkarma ise, kişiden kişiye değişir. Sokrates, Platon, Aristoteles, Descartes, Hegel rasyonalist filozoflara örnektir.

Sokrates: Aklın, değişmez ve gerçek varlığın bilgisine doğuştan sahip olduğunu söyler. Dürüstlük, adalet, iyilik gibi erdemlerin bilgisinin tecrübe ile kazanılmadığını, bu bilgilerin insanda doğuştan olduğunu ileri sürmüştür.

Platon: Zorunlu, kesin, genel geçer bilginin var olduğunu, bu bilgilerin de ideaların bilgisi olduğunu ileri sürer. Ona göre görünüşler dünyasında sürekli değişme olduğundan, bu varlıklar bilinemezler. İdealar dünyası ise ezeli ve ebedi olan ve akılla kavranan gerçeklik alanıdır. İdealar insan zihninde doğuştan yer alır. 2+2=4 idealar dünyasının doğru bilgisine bir örnektir.

Aristoteles: Ona göre bilgi edinme yetisi akıldır. Ancak akıl bilgiyi taşıyan değil, üreten bir yeti olmaktadır. Aristoteles, mantığında kullandığı tümdengelim yöntemiyle, aklın bilgi yapma yetisi olduğunu göstermiştir.

Descartes: İnsan zihninde doğuştan düşünceler bulunduğunu, iyi yönetilen zihnin kesin, genel geçer bilgiye ulaşabileceği görüşündedir.

Hegel: O, doğru bilgiye hiçbir deneye başvurmadan, yalnızca düşüncenin sınırları içinde kalınarak ulaşılabileceğini ileri sürer. Ona göre doğru bilgiye ulaşmak için, önce varlığa yönelmek, onu düşünceye konu yapmak gerekir. Düşünmek, nesnenin ardındaki ideyi kavramaktır. Aklın yasaları, varlığın yasaları ile aynıdır. Hegel’e göre “akla uygun olan gerçek, gerçek olan akla uygundur.

2-Ampirizm

Rasyonalizmin tersine ampiristler, doğuştan gelen hiçbir bilgi ya da bilgi potansiyelinin bulunmadığını, bütün bilgilerin sonradan duyu ve deneyimler yol ile edinilebileceğini savunurlar. Onlara göre doğru bilgiye ulaşmak mümkündür ve bunun da yolu, duyu ve deneyimlerdir. Bu akımın savunucuları arasında John Locke ve David Hume vardır.

John Locke’a göre insan zihni doğuştan “boş bir levha” (tabula rasa)dır. Duyu ve deney verileri bu levhayı doldurur. “Zihinde bulunan hiçbir düşünce yoktur ki, daha önce duyularda bulunmamış olsun” sözü ona aittir.

Hume, insan zihnindeki bütün bilgilerini duyu verilerine indirger. Ona göre doğa yasaları gibi düşünce yasaları da insanın alışkanlıklarından başka birşey değildir. Dolayısıyla zihinde bulunan tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde dış dünyanın duyularla algılanması vardır.’’

3-Pozitivizm

Günümüz kapitalist modernitesinin düşünce formunu, zihniyetini oluşturan pozitivist anlayışa göre doğru bilgiye ulaşmak mümkündür ve bunun yolu da gözlem ve deneydir. Pozitif felsefeyi geliştirip sistemleştiren A. Comte’a göre, bilimin tek amacı olgular arasındaki değişmez ilişkileri ya da doğal yasaları bulmaktır. Bu amaç ise yalnızca gözlem ve deney yoluyla gerçekleştirilebilir. Gözlem ve deney yoluyla kazanılan bilgi pozitif bilgidir.

Kendisi dışındaki tüm anlayışları bilim dışı gören ve kendisini bilimsel bilgi ile özdeş kılan pozitivizme göre olgu üzerinde ulaşılan gözlemler deney yolu ile kanıtlanırsa o bilgi doğru ya da bilimseldir. Yani pozitivizm en temelde olguculuğa dayanmaktadır. Önder APO’nun pozitivizm eleştirisi bu konuda yeterince açıklayıcı olacaktır:

“Pozitivizm dinsel niteliğini olguculuğundan alır. Özü itibariyle pozitivizm için olgu en temel gerçekliktir. Olgusal olmayan gerçeklik yoktur. Hâlbuki araştırmalar ve felsefe (bir bütün olarak) olgunun algıyla aynı olduğunu (yani olgu=algı) göstermektedir. Algıcılık ise, en basit zihni işlemdir. Nesnenin en yüzeysel gözlemlenmesi sonucu oluşup kaba bilgilenmenin (bilimsel olmayan en yanılgılı bilgi türü) yöntemidir. Olguyu olguculuk haline getirmek, nesneye temel gerçeklik rolü bahşetmektir. Paganizmin (putçuluğun) temelinde de aynı yaklaşım vardı: Nesneyi tapınma konusu yapmak. Bu durumda pozitivizm istediği kadar din başta olmak üzere metafiziğe saldırsın, kendisi de nesne hakikatçiliği nedeniyle en kaba materyalist bir din haline gelmiştir; yani nesnelci putçuluğun modernitedeki yeni bir türevi, temsilcisi olarak metafiziktir. Pozitivizm özden, derinlikten yoksun, yüzeysel, olguları ölçüp biçmekten ötesini görmeyen, çıkarları gereği görmek istemeyen yapıdadır. Pozitivizmi ‘bilimcilik’ kılıfıyla sunmasına rağmen, tarihin en putperest (Heykel bolluğu, bu sınıf döneminde çığ gibi büyümüştür) sınıfıdır. Görünüşte laik ve dünyevidir, özde en dinci ve hayalperesttir. Buradaki dinciliği, bağnazlık derecesinde ‘olgucu’ inanç ve düşünceleridir. Olguculuğun asla gerçeğin bütünlüğü olmadığını biliyoruz. Sözde laikliği, özde ise laik karşıtlığı en hayali projeleri (bir nevi ahiretlik projeler) toplumun önüne utanmadan habire sunmasıdır. Hem de en yüzeyselidir.

‘Olguculuk’ olarak tercüme edebileceğimiz bu din, bizzat insan zihniyetinin ürünü olma karakterinden ötürü zaten metafiziktir. Olguculuk (pozitivizm), toplumsal yaklaşım söz konusu olduğunda, bir nevi çağdaş putçuluktur. Putçuluk, anlamsallığını yitirmiş tanrısallığın boş çerçevesidir. Bir dönemler toplum için büyüleyici, kutsal bir işlevi olan bir kavramsallık olarak tanrısallık bu işlevini yitirince, geriye putlaşmış hali kalır. Putlara ise anlambilimden yoksun kesimlerin tapınması anlaşılır bir husustur. Onlar putun işlevsellikten kaynaklandığını bilmedikleri gibi, tersine putçuluğun anlam üreteceğini, eski yüceliğe, kutsallığa erişeceğini sanmakta ya da gafletinde bulunmaktadır. Anti-put dinleri bu bağlamda çözmek hayli aydınlatıcı olacaktır. Olguculuğa mahkûm pozitivistlerin çağdaş putçuluklarından şüphe etmiyorum. Çağdaş putçuluk da diyebileceğimiz bu modern putçuların en iyi ‘tüketim nesnelerine bir put gibi sarıldıklarını’ bizzat modernizm sahasındaki filozoflar söylemektedir.”

4-Sezgicilik

Bu akıma göre, akıl ya da duyguyla gerçekliğin bütünlüğünü bilemeyiz. Akıl ve duyguların öğreticiliği sınırlıdır. Mutlak hakikate ulaşmak mümkündür ve bununda yolu sezgilerden geçer. Aracısız ve doğrudan bilmeyi içeren tek yeti, sezgidir. Sezgi; bir gerçekliği bütünlüklü ve doğrudan kavramadır. O yüzden akıl ve duyguların sınırlı kavrayışına karşın hakikate ulaşmanın en bütünlüklü ve doğrudan yoludur.

Sezgiciliğin önemli temsilcisi Bergson’dur. Ona göre gerçeklik hayattır, akıştır bu da yalnızca sezgiyle kavranabilir. Sezgi, varlığın özüne nüfuz ederek gerçekliği oluşturan süreyi, yaşamı içten içe duyarak kavrar.

Aslında diğer akımlara ilişkin belirtilen eleştirilere benzer eleştirileri, sezgici akıma yönelik de yapmak mümkündür. Sezgilerin bilgi edinmede rolü vardır. Bunu inkâr edemeyiz ama bundan hareketle ve diğer akımların kimi çelişkilerinden yola çıkarak, sezgileri bütünlüklü ve doğrudan bilgiye ulaşma kaynağı olarak göstermek, bir o kadar abartılı, tek yönlü, gerçek dışıdır. İnsanda sezgileri ortaya çıkaran nedir o zaman? Mesela deneyimler sezgileri güçlendirmiyor mu? Ya da sezgisellikte akıl faktörünün rolü ne kadardır? Soruları çoğaltmak mümkün.

Sonuç

Amacımız Bilgi Felsefesi konusunda temel kimi noktaları ortaya koymak ve böylece Bilgi Felsefesinin uğraş alanlarını görünür kılmaktı. O yüzden konuları uzun uzadıya tartışmaktan çok, ana hatlarıyla bilgi vermeyi daha doğru bulduk. Bu yazıyı okuduktan sonra, Bilgi Felsefesinin kapsamı biraz anlaşılır hale gelmişse, yazı amacına ulaşmış demektir.