HURRİCEYİ BİLEN ARKEOLOGLARIMIZ VEYA FİLOLOGLARIMIZ VAR MI?
05 Adar 2015 Pêncşem
19. yüzyıl başlarında Ninovanın Assurbanipal Kütüphanesi Keşfedildiğinde Hurri kelimesi ilk defa bu kütüphaneni tabletlerinde yazılı kaynak olarak ortaya çıktı
Deniz GÜL
Kürtlerin ana ve atalarının (proto-Kürtler) neolitiğin doğuşunda ve gelişiminde önemli bir rol oynadıkları her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Kürdistan ve çevresinde ortaya çıkan arkeolojik bulgular bu gerçeği inkar edilemeyecek biçimde gözler önüne sermektedir. Özellikle Uygarlık dediğimiz hiyerarşi ve üst aşaması olarak şehir devletinin ortaya çıkmasıyla birlikte bu sefer Kürtlerin Demokratik Uygarlığın asıl bileşeni olarak tarih sahnesinde yer aldığını ve yürütücü gücü olduğunu daha net görmekteyiz. Bunu birçok şehir devletinin yazılı tabletlerinde yer bulmuş Hurriler gerçeğinde netçe anlamaktayız. Peki, Hurriler kimdir?
Önder APO, Kürtlerin kök hücresi Hurrilerdir diyor. Gerçek olan yorum da budur. İçinde çok yanlışlıklar barındırsa da Hurrilere ilişkin bulgu ve buna dayalı yorumlar 20. yüzyılda geliştirildi. Arkeoloji 19. yüzyılda yeni yeni gelişen bir bilim dalıydı, fakat tarihin iyi ve doğru anlaşılması için Antropoloji, etnoloji, filoloji, sosyoloji, vs. gibi bilimlerin de gelişmiş olması önemseniyordu. Sürçle birlikte bu bilim dalları da gelişti, fakat Arkeoloji ve diğer tüm bilim dalları netice de Oryantalizmin derin etkisi altındaydı. Dolaysıyla bugüne kadar Hurrilere ilişkin yapılan yorumlar ya eksiktir ya da yanlıştır.
Kürtlerin tarihi diğer tüm etnisitelere göre anlaşılır olmasına rağmen güncel bir yok sayma nasıl ki yaşanıyorsa, tarihsel yok sayma da etkili yaşanmıştır. Tarih denildiğinde Ulus-Devlet tarihi anlayışı Kürtlerin yok sayılmasında etkili olmuştur. Kürtlerin Tarihe ilişkin yaklaşımı Kültürel Tarih anlayışıdır. Bu kültürel tarih anlayışının da 21. yüzyılın başlarında daha fazla geliştiğini belirtirsek yanlış bir tespitte bulunmamış olacağız. Kürtlerin anaları ve ataları olan Hurri (proto- kürtler), Guti, Kasit, Mitanni boyları özgülünde Neolitik ve sonrası çağın Kürt kültürü araştırmalarının bir yönüyle böylesine bir etik tarih sorunu olması bakımından da anlam taşıdığını görmek mümkün. Devletli tarih anlayışından yola çıkarsak Tarih nerde başlar sorusu önemli bir hususken, biz Kürtler için kültürel tarih anlayışını geliştirmek istiyorsak İnsanlık nerde başlar sorusuna cevap bulmamız gerekiyormuş gibi geliyor insana.
19. yüzyıl başlarında Ninovanın Assurbanipal Kütüphanesi Keşfedildiğinde Hurri kelimesi ilk defa bu kütüphaneni tabletlerinde yazılı kaynak olarak ortaya çıktı. 1887de ise Mısırda Amarna tabletlerin çivi yazısı ilkin anlaşılmamıştı. Daha sonra 1915de Mitanni kralı Tuşrattanın Mısır firavunu III. Amenophise yazdığı 400 satırlık mektup olarak belirlendi.
Ünlü tarihçi E.H.Carr, bir yoruma göre tarihin olguları hiçtir, yorumsa her şeydir diyor. Demek ki, söz konusu tarihi belgelerde Kürtlere ilişkin yer verilen kişi, olay ve olguların yetkince yorumu son derece önemlidir. Buna en somut ve öğretici bir örnek olarak, andığımız Gılgameş Destanındaki Enkidu ve Humbava isimli Kürt karakterlerin destanda nasıl anlatıldıkları ile Önder APOnun bunları nasıl yorumladığı örneğidir. Bu anlamda doğru bir yorumlama olmazsa, en değerli belgelerden bile doğru sonuçlar elde etmek mümkün olmaz.
Nitekim Annales Okulunun kurucularından Marc Bloch belge bir tanıktır diyor, ve tanıkların çoğu gibi soru sorulmadıkça pek konuşmaya niyetli değildir uyarısında bulunuyor. Kürt tarihi söz konusu olduğunda, tanıkların suskun kalmasının da ötesinde çoğu zaman yanlış sorular sorarak yanlış konuşturuluyor. Çarpıtma bir miktar da burada kaynaklanabiliyor.
Dikkat edilirse, yerlisi ve yabancısıyla -belki çok az sayıdaki istisna dışında- yazılan kaynaklara bakıldığında, sanki otomatik bir kontrol, oto kontrol sistemi devreye girmekte, Kürtlere ve Kürdistana ait olgular bile başka kavram ve tanımlarla ifade edilmektedir. Herkesin bunu Kürt karşıtı olduğu için, yahut egemenlerin inkarcı tutumuna destek amaçlı yaptığını söylemek de doğru olmaz belki. Ama adeta otomatik bir yok sayma mekanizması işlemekteymişçesine, tanıklar ve belgeler en somut şekilde Kürtleri ve Kürdistanı işaret ettiği halde, üslup ve söyleme değişik biçimlerde yansıyor.
Daha da ötesi var ne yazık ki; bir halkın tarihine saygısızlık ve tarihi değerlerine yaklaşımdaki hoyratlık, miras gaspı, tarih hırsızlığı bu kadarla da sınırlı kalmamıştır. Bunlara el koyup kendi ülkelerine taşıyan, müzelerinde sergileyenler, bu eserlerin Kürtlere, Kürt tarihine ait olduğunu belirtme dürüstlüğünü dahi göstermemişlerdir. Gerçekten de, bu güne kadar dünyanın hiçbir yerinde hiçbir müzede, tekbir arkeolojik objenin, tek bir kırık ok başlığının, bir çömlek parçasının veya bir mozaik tanesinin bile Kürt olarak tanımlanmamış olması son derece şaşırtıcı ve düşündürücü bir olgudur.
Hem tarih alanında hem de tarihe yaklaşımda ve yöntem konusunda yetkin ürünleriyle bilinen Fernand Braudel bile Kürdistan söz konusu olduğunda çok farklı davranmıyor. Mesela, Neolitiğin ilk doğduğu coğrafyadan söz ederken Doğu Anadolu veya Türk Mezopotamyası demeyi tercih ediyor. Yine Bereketli Hilal coğrafyasını tarif ederken Kürdistan topraklarını işaret ediyor, ama Kürdistan adını kullanmak yerine, Zagros sıradağlarının batı yamaçları, Anadolunun güney şeridi, Suriye, Filistin, bölgesi diye tarif ediyor.
Bir başka tarihçi olan Bozkurt Güvenç de, Altın Hilal coğrafyasını tanımlarken, Bugünkü Suriye, Irak, Lübnan ve İsrail ülkeleriyle, Türkiyenin Güneydoğu illerini içine almaktadır diyor, Kürdistanı sansüre tabi tutuyor.
Yine Serol Teber ise, Mezolitik çağın zarzian, musteriyen kültür örneklerinden söz ederken en çok Şanidar, Zawi Çemi örneklerini anıyor, ama bu yerleşimlerin Kuzey Irak ta olduğunu yazıyor. Kullandığı yer adı dahi Kürtçe olduğu halde, yine de Kürtlükle bağını yok sayıyor; yani tanık tekrar yanlış konuşturuluyor, M.Bloch haklı çıkıyor. Bu saydıklarımız, tarihçiler arasından nispeten en olumlu ve objektif yaklaşım sergileyenlerdir. Ayrıca kurumlar ve devletlerin tutumları da farklı değildir.
Yine Kürt olgusu karşısında sergilenen inkârcı tutumlardan Hurriler de payını aldığından, kaynakların çoğunda Hurri kültürü değişik adlar altında verilmektedir. Erken Bronz Çağı Kültürü, Yanık Kültürü, Karas Kültürü, Erken Trans-Kafkasya kültürü, Doğu Anadolu Erken Bronz Çağı Kültürü gibi isimler, Hurri kültürüne yakıştırılan adlardan bazılarıdır. Fakat nadiren de olsa bilimsel objektifliğin asgari gereğini gözeterek gerçek adıyla dile getiren kaynaklar, Erken Hurri Kültürü başlığıyla vermişlerdir. Olgunun özüne uygun adlandırma bizce de budur. Önder APO da, Hurriler M.Ö. 6 binlerde Neolitiği kurumlaştıran ve Tel Halaf kültürünü şekillendiren toplulukların devamıdır derken, o döneme ait kültürün Erken Hurri Kültürü olduğunu teyit etmektedir.
Konumuz itibariyle ilk çağ tarihinden bir örnek vermek gerekirse, Hurrilere yaklaşım konusu oldukça dikkat çekicidir. Kürtlerin antik ataları olduğu bilinen Huriler, yaşadıkları dönemlerde, Ortadoğudaki komşularından en etkin ve güçlü, en çok bilinen ve tüm tarih kitaplarında en geniş yer verilen Mısır ve Hitit kadar güçlüdür. Hem kültürleri hem siyasal etkinlikleri ve rolleri açısından kimi durumlarda ve dönemlerde adı geçen devletlerin bile önünde bir konuma sahip olmasına karşın, tarih kitaplarında Hurriler hakkında pek az şeyler bulabiliriz.
Hurriler üzerinde araştırma yapan ünlü Hurritolok G.Wilhelm de bu anormalliği fark ederek irdelemiştir. Yaklaşımı sorgularken şöyle diyor Wilhelm: Hurriler en önemli Antik Doğu uygarlıklarından biriydi, ama buna rağmen, linguistik, tarihsel ve kültürel bakımdan Hurriler hakkında Sümerler, Babiller, Asurlar, Hititler ya da hatta Kenanlılar hakkında sahip olduğumuzdan çok daha az bilgiye sahibiz.
Günümüzdeki Kürt inkârı ile tarihteki Hurri inkârı arasındaki bağlantıya dikkat çeken ve günümüzdekine benzer bir mevki spekülâsyonunun Hurriler hakkında da yapıldığını söyleyen İzady ise şunları belirtiyor: Ortadoğu-Akdeniz uygarlığının evrimi ve zenginleştirilmesinde Hurrilerin oynadıkları temel rolü onların hanesine yazma konusunda antik tarih araştırmacıları arasında gözlenen direniş, Hurrilerin zamanından tutun da 20. yüzyılın başlangıcına kadar, Kürt tarihinin geriye kalan kısmının gelişimini ve yeniden kurgulanmasını yadsıyan tutumun ta kendisidir.
Genelde halkların oluşum süreçlerinde bazı müstesna zamanlar, bir ortak kimlik niteliği kazanılan dönemeçler, önemli kilometre taşları mevcuttur. Denilebilir ki, Kürt Halklaşmasında bu anlamda önemli bir dönemeç, güçlü bir oluşum süreci, Neolitiğin olgunluk ve doruk aşaması olan, M.Ö. 6 ila 5 bin yıllarındaki Halaflaşma sürecidir. Kürt Halklaşmasının oluşumu ve Kürt kimliğinin şekillenmesinde Tel Halaf dönemi, uzmanlar tarafından bir dönüm noktası gibi kabul edilmektedir. Daha o tarihlerde dil, kültür ve sanat alanında ulaşılan homojenleşme düzeyi tarihçi ve araştırmacıları hayrete düşürmüştür. Tel Halaf dönemindeki halklaşma olgusunun önemini ortaya koymaktadır.
Açıkça görülmektedir ki, Kürt toplumunun kimliksel oluşum ve evrim sürecinde, Kürt Halklaşmasının ete-kemiğe kavuşup vücut bulmasında, M.Ö. 6 ila 5 bin yıllarına denk düşen Tel Halaf döneminin yeri ve rolü son derece önemlidir. Tarihçi İzadynin dediği gibi Ne de olsa Kürtler, bu gezegende okuma yazma bilen en eski halklar olan diğer Ortadoğu halklarıyla ortak bir geçmişi paylaşmaktadırlar. Gerçekten de, Gılgamış Destanı gibi tarihin şimdilik- bilinen ilk ve en eski yazılı belgesinde yer alıyor olmak, bir bakıma pek çok halka nasip olmayacak bir ayrıcalık gibidir. Tabii burada Kürt tarihi yazıcıları ve araştırmacılarının unutmaması gereken bir husus, bu belgeleri yazanların kendine göre yazdıkları, Kürtlere de işlerine geldiği gibi yer vermiş olduklarıdır.
Son dönemlerde Hurice yazılmış birçok belgeye de rastlanmıştır. Nuzi, Urkiş ve Hitit şehirlerinde bulunan belgeler, Hurriler hakkında geniş bilgiler vermektedir.
Bu belgelerden bilinen bazıları Hititlerin Başkentinde ortaya çıktı; Hititler, gerek din açısından gerekse edebi ve kültürel yönden Hurrilerin tesiri altından kalmışlardır. Yazılıkayada Hitit panteonunun başında yer alan tanrı Teşub ile tanrıca Hebat Hurrilerden geçmiştir.
Yine Yazılıkaya (Hititlerin başkentine yakın bir dağ) üzerinde duran tanrılar, tanrıyı başları üzerinde taşıyan, göğe doğru yükselten Boğa adamlar, Hurris-Seris adlarındaki kutsal boğa tasvirleri Hurri motiflerini yansıtmaktadır.
Bundan başka Boğazköy metinleri arasında Hurri kökenli hem Hititçe hem de Hurrice yazılmış birçok masal ve efsaneler bulunmuştur. Başlıcaları: Hedammu ve Kumarbi efsanesi, Kessi masalı, Ursu muhasarası, Ullikummi şarkısı ve Gurpanzah destanıdır. Ayrıca Hurrice şiirler de bulunmaktadır. Bu metinler edebi ve rituel karakterdedir. Boğazköy metinleri içinde yüzlerce Hurrice belge bulunmaktadır.
Hurrice yazılan ve günümüze ulaşan en eski belge, günümüzde Mardin'in güneyine denk düşen başkent Urkiş'te kral Tişatal tarafindan tanrı Nerigal'a ithaf edilen bir tapınağın temelinde bulunan tablettir. Söz konusu tablet MÖ. 1970 yılına tarihlenmektedir.
Arap'ha (antik Kerkük) ve yakınlardaki Nuzi'de 1920li ve 1930'lu yıllarda yapılan kazılarda keşfedilen (M.Ö. 1550-1400 dönemine ait) birkaç bin tablet de, Hurri Kürdistanı'nın tarihinin yeniden kurgulanmasına yardımcı olmaktadır. Bu metinlerin yalnızca küçük bir kısmı tercüme edilip yayınlanmasına rağmen, Arap'ha ve Nuzi metinlerinin, Hurri gelenekleri, tarihi ve toplumu hakkında birer bilgi kaynağı olarak ifade ettiği önem hiç de abartılı değildir. Muhtemelen Arap'ha/Kerkük, Mezopotamya karşısındaki dağ eteklerinde kurulan tek ve en önemli Hurri şehir merkezidir.
Suriyenin eski liman kendi olan Ugarit, 1956da keşfedildi. Arkeologlar için önemsenen bu kazı çalışmalarında Hurricenin dört farklı dille karşılaştırmalı sözlük bulundu, yanı sıra şiirler ve daha da önemlisi müzik notaları burda ortaya çıkarıldı.
Tarihte bilinen en eski Kürt şair, Kassit Kürtlerinden Sin-Leeke-Unnini'dir. Bu Kürt şair, dünya klasikleri arasında yer alan ve Gutilerle Kasitlerin yerleşim alanlarında meydana gelen olayları efsaneleştiren Gılgameş (Gılgamış) Desta'nı ilk kez M.Ö.1250 yılında şiir üslubuyla yazıp tabletlere geçirmiştir. Yaşam ve ölümü konu alan bu destanın geçtiği yer, Kürtlerin ataları olan Guti ve Kasitlerin bölgesidir ve bu bildiğimiz Gılgameş destanının farklı bir versiyonu olabilir. Üç bölümden oluşan Gılgamış Destanı, Türkiye'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1944 yılında Maarif Klasikleri arasında yayınlanmıştır.
Hurritoloklar son yılarda Hurricenin Gramer çalışmalarına daha fazla ağırlığını vermiş ve gramer yapısını büyük oranda çözmüştür. M.Giorgieriın 2000 yılında çıkan ve Schizzo grammaticale della Lingua Hurrica adlı kitabı, İlse Wegnerin 2007de çıkan ve Einführung in die Hurritische Sprache adlı kitabı ile G.Wilhelmın 2004 ve J.Hazenbosun 2005te yayınlanmış kitapları bulunmaktadır.
Hurricenin iki farklı dil (çivi yazısı) yapısının olduğu bugüne kadar yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tabletlerden anlaşılıyor. İlki, Boğazköy-Hurricesi; ikincisi, Mitanni yazıtlarında rastladığımız Syro-Hurricesidir.
Hurri dilinin "Agglütine" yani "Bitişken" yapısı var, başlıca özelliği dil yapısının arkaya takılan eklemelerle oluşturulmasıdır. Ancak Hurrice diğer bilinen eklemeli dillerden hiçbiri ile de yakınlık göstermez.
Mezopotamyada yazı dilinin konuşma dilinden farklı olduğu göz ardı edilmemeli. Özellikle kitabelerde, yontmalarda ve tabletlerde yer alan yazılar için bu böyledir. Nasılki insanlık tarihinde bilim, sanat, felsefe halktan kopuk ve halkın anlayamayacağı dillerde yazılarak belli bir aristokrat ve elit azınlığın tekelinde tutulmuşsa, bu durum eski kitabelerde ve yontularda bugünün Kürtçesini bulamayışımıza da bir açıklık getirmektedir. Dilbilimci Dreyfer, yaptığı araştırmada; "Karda, Kardohi, Kartohi, Gurdi, Kardak, Sirti, Kirti, Gordiye, Kardo, Kardaviye, Koti, Kardaya, Kartavaya sözcükleri ve benzerleri hep bir kökene dönmektedir. Her ne kadar okunuş ve söyleniş yönünden birtakım ayrılıklar varsa da, bunlar sonuç olarak aynı anlamı taşırlar. Bu değişiklik okunuşlarda, ulusların dil ayrılığı nedeniyle sözcüğün aslını kendi dilleri gereği değişik biçimlerde söylemelerinden, bulunan eski eserlerin okunmasından doğan güçlüklerden oluşmuştur." diye belirtir.
Yazının yukardaki bölümlerinde anlaşıldığı gibi Kürt Tarihinin doğru ve derinlikli anlaşılmasının ön koşulu mevcut elde edilmiş tarihsel belgeleri iyi okumaktan geçiyor. Bu işi salt Oryantalistlere bırakırsak belgeler ya yanlış okunur veya çoğu zamanda çözülmeden ortada bırakılır, bazen de yok sayılırlar. Bu durumun sık sık yaşanmadığını bugün kim söyleyebilir? Dolayısıyla söz konusu Kürt Tarihinin kimliksel oluşum ve evrim süreçleri anlaşılmayı beklemektedir.
Bu konuda Önder APO Ortadoğu uygarlık tarihinde Kürtlerin ve Kürdistanın da kendine özgü bir konumunun olduğu, süreçlerin doğru anlaşılması için bu halkın rolünün tanımlanması gerektiği, gerek günümüzdeki gelişmeler açısından, gerek tarih deşildikçe daha iyi anlaşılmaktadır diyor.
Tarih deşildikçe diyor Önder APO, yani mevcut belgeler ve bundan sonra açığa çıkacak olan belgelerin okunup yetkin bir yoruma tabi tutulmalıdır. Ancak o zaman spekülatif tarih anlayışından kurtuluruz.
Bizim için Hurriler döneminden kalma destanlar, masalar, şiirler, edebiyat eserleri ve şarkıların (Müzik notaları) anlaşılır kılınması bir başlangıç olabilir.