BİLİM VE ÖZGÜRLÜK SORUNU - 1
24 Cotmeh 2017 Sêşem
İktidarlaşmamış bilim ilk faaliyetinden bugüne kadar özgür alan, özgür yaşam ve özgür düşünce dışında bir sonuca yol açmadı. Özgür bilim adına her ...
İnsanın Toplumsallaşma Öyküsü
"Özgürlüğü evrendeki çoğullaşma, çeşitlenme ve farklılaşma olarak tanımlamak toplumsal ahlâkı açıklamada da kolaylık sağlar. Çoğullaşma, çeşitlenme ve farklılaşma, zımnen de olsa hep bağrında taşıdığı zeki bir varlığın seçim yapma kabiliyetini düşündürür. Bitkilerin kendilerini çeşitliliğe yönelten bir zekâya sahip olduğunu bilimsel araştırmalar da doğrulamaktadır. Bir canlı hücredeki oluşumlar şimdiye kadar hiçbir fabrikada insan eliyle yaratılamamıştır. Belki Hegel kadar evrensel zekâdan (Geist) bahsedemeyiz. Ama yine de evrende zekâya benzer bir varlıktan bahsetmek tümüyle saçmalık olarak yargılanamaz. Farklılaşmayı zekânın varlığı dışında başka bir anlatımla dile getiremeyiz. Çoğullaşma ve çeşitlenmenin hep özgürlüğü çağrıştırması temellerindeki zekâ kıvılcımlarından ötürü olsa gerekir. Bilinebildiği kadarıyla insanı evrenin en zeki varlığı olarak tanımlamak mümkündür. Peki, insan bu zekâsını nasıl edinmiştir? Bilimsel (fiziki, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik) olarak insanı evrensel tarihin özeti olarak da tanımlamıştım. Bu tarifte insan evrensel zekânın birikimi olarak tanımlanmaktadır. İnsanın birçok felsefi ekolde evrenin bir maketi olarak sunulması da bu nedenledir."(A. Öcalan)
Bilim ve Özgürlük kavramları içerdikleri anlam boyutuyla iç içe özellikler taşır. Bilimin gelişim seyrini ele aldığımız zaman özgürlük ile anlam bütünselliğini ne denli köklü yaşadığını rahatlıkla gözlemleyebiliriz. İlk büyücüden (bilimin anası) simyacılara, Rönesans ve aydınlanma döneminden kuantum dünyasına kadar insanlığın bilincinde özgür düşüncenin varlığını sağlayan yine bilim olmuştur. Özellikle insanlığın zihniyeti üzerinde heyula gibi dolaşan ve hakikati saptıran gücüyle özgür düşüncenin önünde bir bent gibi duran teoloji-din otoritesi ve zihniyetine karşı özgür aklın ve yaşamın bayraktarlığı bilimde somutluk kazanmıştır. Şöyle bir önermede bulunmak yanlış olmayacaktır: Toplumsal fayda sağladığı oranda bilim özgürleştirici bir rol oynar. Ancak, iktidar güçlerinin elinde hakikati gizleyen, saptıran ve felaketlere yol açan bir olgu, hatta silah haline gelir. Dolayısıyla bilimi toplumsallaştırmak zihinsel ve yaşamsal özgürlüğe yol açarken, iktidarlaşmış bilim tam aksine köleliğin ve devletçi sistemin derinliğine sürmesine hizmet etmektedir. Tam bu noktada parantez açıp bilim noktasında iki uç yaklaşımı eleştirip konumuzun esasına dönelim: bir uçta bilimin kesin doğruluğuna inanan "aşırı pozitivist" yaklaşım bu tür yaklaşıma bilimcilik demek yerindedir. Oteki uçta bilimi siradan ele alan temelsiz yaklaşımlardır. İki yaklaşımda tehlikeli ve yanlıştır.
Özgürlüğü "cehaletten çıkış ve anlam gücüne erişme" olarak tanımlayan ünlü filozof SPİNOZA, insanın anlam bağlamındaki varoluş sürecinin felsefik ifadesini çarpıcı olarak dile getirirken, aynı zamanda bilimin özgürleştirici gücüne de dikkat çeker. Bu temel gerçekler ışığında insanın toplumsallaşma evresinin başlangıcına seyahat ettiğimiz zaman çok rahatlıkla görülecektir ki, özgürlük ve bilim insanın anlam gücüne erişme arayışının şiirsel ifadesi olmaktadır. Hastalığa derman bulan bilge çabalar, toprağın bereketini sağlayan gayretler, ısınmak için yakılan ilk ateş, neolitik devrimin bütün tekniklerini bulan yaratıcılık ve bir garajda kompüteri icat eden deha, insanın özgürlük yolunda mesafe kat etmesini amaçlamış ve bunu doğru kullanma bilgisi ile sağlamayı başarmıştır. Bilime ve bilimsel yaratıcılığa dair tüm çalışmalar unutmamak gerekiyor ki, tarihin uygarlık dışı akışında gerçekleşmiştir. Uygarlık sistemiyle birlikte bilim esas rolünden saptırılmış ve onu yaratan toplumsallığa karşı kullanılan öldürücü bir araç haline büründürülmüştür.
Hakikate Ulaşma Metodu
"Bilim, gerçeği öğrenme yöntemi ve aracıdir" tanımı bilim çevrelerince genel olarak kabul gören bir tanım olmaktadır. Bilim toplumsal ihtiyaç ve merak olgusundan doğar ve beslenir. İnsanın çevresini tanıma, bilme ve anlama sürecinden bağımsız ele alınamaz. İnsanın yaşamı anlama, varolan gizemi çözme çaba ve isteği günümüze değin bilim etkinliğinin temeli olmuştur. Yaşam düzeyini niteliksel olarak daha yükseltmek ve özgürlük problemlerine çözümler üretmek bilimsel faaliyetlerin temel amacı durumundadır. Ki bu noktada Horkheimer?ın, "bilim tarihsel olarak koşullanmıştır ve toplumsal sonuçlarından bağımsız olarak kendi başına bir amaç da değildir." tespiti oldukça yerindedir. İlk insanın eline taş alıp onu bir alet olarak kullanmasını bilim öyküsünün başlangıcı olarak tespit etmek yanlış olmasa gerek.
İnsanın kendini tanıma ile başlayan gelişme diyalektiği doğayı tanıma ve yorumlama evresi ile yaratıcı bir özellik kazanır. Burada unutulmaması gereken husus, bilimin özgürlüğe koşullanmış olması gerçeğidir. Yani insanın toplumsallaşma ile sağladığı varoluş aynı zamanda kendini bilme, doğayı öğrenme ve kendi varoluşunu farkındalık oluşturarak bunu sürekli kılma bilimsel yaklaşımların sonucu olarak şekillenir. İktidarlaşmamış bilim ilk faaliyetinden bugüne kadar özgür alan, özgür yaşam ve özgür düşünce dışında bir sonuca yol açmadı. Özgür bilim adına her faaliyet pratik olarak yeni bir toplum ve yaşam demek oluyordu. Devletçi ve iktidarcı güçlerin bu tür yaratıcı faaliyetleri tehdit olarak görüp ya ele geçirmesi ya da yok etmesi doğaları gereğidir. Hiçbir egemen güç, otoriter ve baskıcı düzeni sorgulayacak, sarsacak bilme gücüne (özgür düşünceye) tahammül göstermez.
Modernitenin "tehlikeye açık" yönünde bilim, bilme isteminin üzerinde kurulmuşen şiddetli ve totaliter hakimiyet biçimi olarak beliriyor .Filozof Nietzsche 'nin çarpıcı bir şekilde dile getirdigi gibi: "Çağımızın bilimlerin zaferinin çağı olduğu iddia ediliyor. Oysa çağımız bilimsel yöntem adı verilen şeyin bilimler üzerindeki zaferinin çağıdır"
Günümüzün hâkim ve esas alınan bilimine karşı şüpheci ve sorgulayıcı olmak hakikatin ortaya çıkmasında eşsiz bir rol oynar. Ki, bilimin en temel düsturu eleştiridir. Ünlü bilim felsefecisi Thomas Samuel Kuhn, bilim tarihini insanlaşma süreci olarak tanımlar. Sürekli eleştiren, sorgulayan, arayış içinde olan, deney ve akıl ile hakikatin peşinde olan bilim, bugün devlet tekeline alınarak ve iktidarlaşarak özgürlüğünü ve özgünlüğünü kaybedip toplumun ve doğanın üzerinde tahripkâr bir rol oynamaktadır. Özellikle sosyal bilim bu bağlamda tam bir sefaleti yaşamaktadır. Sosyal bilim, tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanmaz biçimde devlet ve iktidarın hizmetinde olup yaşanan olumsuzlukların sorumlusu konumundadır. İnsanlığın yaşadığı yoksulluk, savaş, devlet, özgürlük, ekoloji sorunlarına çare üretemeyen bir bilimin varlığı yokluğundan daha büyük sorun olarak karşımızda durmaktadır. ?Siyasal iktidarı ve savaşları durduramamak, sınırsız kâr hırsına set çekememek sosyal bilim ve kurumlarının sadece iflasını değil, insanlığa karşı ihanetini kanıtlamaktadır.? diyen Önder Abdullah Öcalan, öncelikle sosyal bilimi sorgulayarak yeni bir sosyoloji bilimine ?İktidarlaşmış bilime karşı felsefeye dönüş özgür toplumun çıkış ilkesidir.? belirlemesiyle sosyal bilimin yaşadığı krize Özgürlük Sosyolojisiyle çıkış yolunu göstermektedir