AKP İLE NE DEĞİŞTİ?
02 Adar 2011 Çarşem
“Başka Bir Dünya Mümkündür” diyorsak bunu ancak “Başka Bir Türkiye ve Kürdistan Mümkündür” şiarıyla başlatabiliriz
Mardinli N.Ç. ile ilgili Mardin 1. Ağır ceza mahkemesinde görülen dava sonuçlandı. Mahkemenin aldığı karara göre 13 yaşında olan N.Ç. kendisine tecavüz edenlere karşı koyabilirmiş! Dolayısıyla kendi rızasıyla 26 kişinin tecavüzüne uğramış! Bu nedene dayanarak da mahkeme, sanıklara verilebilecek en hafif cezaları vererek adeta ödüllendirirken mağdur olan N.Ç. ise neredeyse suçlu gösterildi. Olaya dahil olanlara bakalım; 13 yaşındaki bir kıza tecavüz edenlerin çoğunluğu devlet görevlileri: dönemin Kızıltepe Kaymakamlığı yazı işleri müdürü R.S., Mardin İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli yüzbaşı E.E., korucular ve muhtarlar çoğunluğu oluşturuyor. N.Ç.ye tecavüz edenler iyi hal gerekçesiyle aldıkları en hafif cezalardan da indirime tabi tutulurken, olaya karışan iki kadına verilen cezalar da artırılmış. Mahkemenin karar verdiği gün de 15 Şubat sürecine denk geliyor.
AKP-Ovacık eski ilçe başkanı Rıza Çolak, 9 Haziran 2009 tarihinde 14 yaşındaki A.K. adlı bir Kürt kızına tecavüz etmiş. Üstelik kız da zihinsel engelli. Çolak duruşmasında yıllarca bölgede asker ve polise ajanlık yaptığı, hizmet ettiğini, bununla birlikte A.K’nın babasını da ajanlık işine ortak ettiğini belirtmiş. ( Polis ve askerle işbirliği yapan Kürtler e duyurulur… )
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Çeker, dekolte giyen kadının erkeği tahrik edeceğini, pişkin ve kendinden oldukça emin bir şekilde dile getirerek aynı N.Ç. faciasındaki Mahkemenin N.Ç.yi suçlama kararına benzer biçimde mağduru suçlu göstermekte.
Hatırlarsanız bundan birkaç ay önce Dicle üniversitesinde öğretim görevlisi olan bir AKP’li kız öğrencilere cinsel tacizde bulunmuş; ancak hiçbir yaptırımla karşılaşmamıştı.
T.C.D.D’nın çıkardığı derginin Şubat sayısında Erzurumlu kadınlar küçük düşürülerek hakaret edildi. Üniversitelerarası olimpiyatların Erzurum da yapılması ile birlikte herhalde AKP usulü bir modernleştirme yaklaşımıdır bu da.
Dicle, Fırat ve Munzur havzalarındaki tarihi dokuyu ve eko-sistemi, geri dönüşümü olmayacak şekilde tüketmeyi esas alan ve 1940’larda hazırlanan Doğu Planını, kendisinden önceki iktidarlardan çok daha ateşli biçimde uygulayan AKP-Erdoğan iktidarı, başta 12 bin yıllık tarihi barındıran Heskef ve 8 bin yıllık tarihi barındıran Zeugma olmak üzere Munzur eko-sistemini katliam planlarına dâhil etti. Sadece Bölge açısından değil evrensel kültürün ve tarihin de önemli parçaları olan bu zenginlikleri sular altında bırakmaktan aldığı moral ve şevkle olacak ki Türkiye’nin Karadeniz, Ege ve Akdeniz bölgelerinde nükleer santral ve yeni HES projelerini hayata geçirmekte. Peki, bu zihniyetin, tarihi Buda heykellerini yıkan Taliban zihniyetinden farkı nedir? Şu farkı olabilir Taliban, patlayıcıyla yıkıyordu, bu zihniyet sular altında bırakarak sessiz sedasız imha etmekte.
Kürtlerin demokratik halk eylemliliklerinde kadınlara ve çocuklara acımasızca saldıran polisleri, “kadın da olsa, çocuk da olsa emniyet güçlerimiz gerekeni yapacak” diyerek desteklediği polisin Wan’daki bir kitle eylemliliğin de Kürt kadınlarına ve çocuklara nasıl saldırdığı hala hatırlarda olsa gerek. Erdoğan’dan cesaret ve destek alan polisler, kendilerini “vatani hizmet” askerlikten muaf tuttuğu için bir yandan Erdoğan’a merasimli teşekkür ederken, diğer yandan taleplerini dile getirmek isteyen öğrencilerin, kadınların, çocukların üzerine çılgınca saldırmakta.
Kürt Açılımı; Demokratik Açılım ve ardından Milli Birlik Projesi olarak adlandırdığı yaklaşımla, daha önceki iktidarlardan farklı olduğunu göstermek için bir yandan TRT6’in açılması, diğer yandan Fetullah Gülen ve AKP’ye yakın şirketlerin Kürtçe TV açmaları için her türlü desteğin sağlanması. Ama diğer yandan da Azadiya Welat gazetesi sorumlularından Vedat Kurşun’a 166 yıl, aynı gazetenin eski Yazı işleri Müdürü ve imtiyaz sahibi Emine Demir'e üstelik Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Amed ziyareti gününde 138 yıl ağır, Ozan Kılınç’a 21 yıl hapis cezaları verilmesi. Diğer taraftan Q,W,X, harflerinin yasaklanması nedeniyle Kürtlerin kendi çocuklarına isim verme özgürlüklerinin olmaması. Dünya’nın hiçbir yerinde görülmeyecek bir vahşet ve katliam örneği olarak anadilde eğitim yasağının ve asimilasyon politikasının ısrarla sürdürülmesi, 2009 yılında Mardin’in Zankırt ( Bilge ) adlı korucu köyünde 44 kişinin, yeni-bozuk yeşil gladio tarafından katledilmesi ve olayın PKK’nin üzerine atılmaya çalışılması, Hakkari halkını sindirmek amacıyla referandumda hayır oyu veren Pêyanûs köylülerinden, içinde çocuk ve kadınların da bulunduğu 13 kişinin katledilmesi. Trabzon ve Rize başta olmak üzere Karadeniz bölgesi, İskenderun, Mersin ve Bursa gibi birçok alanda Kürt düşmanlığı yaratma çabaları AKP-Erdoğan iktidarının icraatlarındandır.
Fetullah Gülen cemaati ve devletin Bölgedeki tüm yapılanması ve kurumlarının da seferber olmasıyla “iyi Kürt” yani köleliği seçmiş Kürtlerden oluşan bir topluluk yaratma yaklaşımı temelinde; öteden beri halka yararı şurada kalsın, sürekli zarar veren, inkar-imha ve talan zihniyeti ve yapılanmasıyla işbirliği yaptıkları için palazlandırılan bazı Kürt egemen sınıf mensuplarının; rüşvet ve ihalelerle, yetki ve görevlendirmelerle örgütlendirilip yönlendirilerek sözde sivil toplum örgütü temsilcisi ve hatta siyasi kişilikler olarak gösterilmeye çalışılması. BDP’li milletvekillerin, BDP’li belediyeler ve diğer demokratik kurumlarda çalışanların, aydınlar ve sanatçılar başta olmak üzere Kürt toplumunun hemen her kesiminde etkin olan kişiliklerin, yandaş medya da kullanılarak bir açıklarının yakalanması; bu insanların Halk, Önderlik, öncülük, Mücadele ve tüm değerlerle aralarına mesafe konmaya çalışılması, yapılabilirse giderek kendi karşıtları haline dönüştürülmeleri; olmadı karalama kampanyaları, küçük düşürme, tehdit ve cezalandırmalarla etkisizleştirilme çabaları, yoksullaştırılan halkın dini inancının, ekonomik sıkıntıları ve sorunlarının istismar edilmesi; bazı yardım (sadaka) kuruluşları, dershaneler, öğrenci yurtları, özel ve devlet okulları, kuran kursları, İmam Hatip Liseleri, yandaş medya gibi AKP’ye bağlı, kuruluşların seferber edilerek Kürt insanının yetenekleri, potansiyeli ve dinamizminin iktidara ve temsil ettiği devlet modeline entegre edilmesi; onun kadroları haline getirilmesi, bunların öncülüğünde toplumun yeniden şekil(siz)lendirilmesi çabaları yine çifte pasaporta sahip; geçmişleri ve bugünlerinin ne olduğu belli bazı devşirme, “Kürt asıllı vatandaşların” bakan ve danışman olduğu AKP-Erdoğan iktidarının en önemli politikaları ve icraatlarındandır.
Bir yandan Mardin üniversitesinde ( Mardin ve Erzurum bu projede merkez üsler olarak ele alınmaktadır ) Kürdoloji bölümünün açılması. Diğer yandan Kürt halkına ve değerlerine hakaret ederek Türkiye’ye dönme planları yapan Şivan gibi sözde Kürt sanatçıların sırtının sıvazlanması; yarışmalar ve özel programlarla iktidara bağlı dejenere bir sanatçı ordusu yaratılması çabaları yine kimi çapsız ve köle ruhlu kişiliklerin gazeteci, siyasetçi, yazar, aydın, sivil toplumcu vb. etiketlerle yandaş medyada şişirilmeleri; bu şekilde PKK dışında bir sözde muhalif toplum yaratılması çabaları. Gayri meşru biçimde sürdürülen siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürt halkının örgütsüz ve öncüsüz bırakılmaya çalışılması; üstelik de tutuklanan insanların anadillerinde savunma yapmalarının çıkarılan yasalar hilafına engellenmesi. Zorla askere alınan Kürt gençlerinin askerdeyken öldürülme olaylarının son aylarla birlikte hızla artması yine aynı AKP-Erdoğan iktidarı dönemine aittir.
ABD ve İngiltere’den aldığı onay temelinde Ordu ile Kürtlerle savaş temelinde uzlaşan Erdoğan-AKP iktidarı bir yandan özerk gladionun bazı elemanlarını Ergenekon operasyonu adı altında tasfiye ederken, diğer yandan kendi yeşil (özel) gladiosunu kurmaktadır. Nitekim İskenderun-Dörtyol’da gerçekleştirilen olaylar, Hizbullah üyelerinin salıverilmesi, Hakkari ve Gever de ortaya atılan “Mezit” bildirileri, Erdoğan ve Beşir Atalay’ın “Hakkari için özel planımız var” söylemleri bu yaklaşımın göstergeleridir.
Eşi BM’de kadının durumu üzerine kağıttan okuyarak konuşma yaparken kendisi kadınlara kaç çocuk yapmalarını söyleyen Tayyip Erdoğan’ın halka yaptığı bir konuşmada yoksullaştırma politikasından bezen bir yurttaşın “anamız ağladı” söylemine kızarak “ananı al da git…” sözü hafızalardan silinmiş değildir.
Polis teşkilatının AKP iktidarında dikkat çekici biçimde her bakımdan güçlendirilerek hem Kürt halkına karşı saldırıda ve hem de Türkiye genelinde devlet ve iktidarın birincil aktif silahlı gücü haline getirilmekte olduğu herkes tarafından dillendiriliyor. Yetki, hareket ve insiyatif, örgütlenme ve kurumlaşma, teknik donanım, eğitim, mali ve siyasi olarak güçlendirilen polis teşkilatının da her şiddet örgütlenmesinde olduğu gibi başta Kürt halkına karşı kullanılmak amacıyla yapılandırıldığı ama giderek tüm Türkiye toplumuna karşı devlet ve iktidarın saldırı aracına dönüştüğü de artık seslendirilmeye başlandı. “Kaçak” yıkımlara direnen halka, ekonomik, mesleki, sosyal, kültürel, siyasal, demokratik taleplerini dile getiren toplumun tüm kesimlerine hiçbir insani, vicdani ve ahlaki ölçülere sığmayacak dereceye varan şiddet ve baskı uygulanması AKP iktidar sürecinde TC devletinin bir polis devletine dönüştüğünün göstergeleri olarak ele alınabilir.
Peki bu zihniyet ve yapılanma, değiştireceğini iddia ettiği zihniyet ve yapılanmadan ne kadar farklı? Bu soruya yanıt bulabilmek için statükonun AKP-Erdoğan’dan önceki yaklaşımına kısaca göz atmak gerekir:
Bilindiği gibi İngilizlerin Ortadoğu’ya egemen olma ve buna bağlı Musul-Kerkük politikaları, Yahudi sermayesinin Anadolu’yla ilgili planları, o dönemin Türkiye’sindeki iktidar yapılanmasında yer alanların bazılarında bir büyük Batılı devletin kliği olma hastalığı, bazılarında 100 bin Kürt gencini Sarıkamış seferinde ölüme terk edecek derecede çılgın biçimde Almanların peşine takılma yaklaşımı, bazılarında Pan-Türkizm hayalleri ve ayrıca Kürtlerin doğru öncülük ve örgütlenmeye sahip olamamaları gibi faktörlerin etkisiyle 1922’de M. Kemal kuşatılmış. Lozan anlaşmasının 1924 Brüksel konferansında onaylanma biçiminin etkisiyle 1925’te gerçekleştirilen Şêx Said isyanından sonra kısmi bağımsızlıkçı-ulusal çizgi etkisizleştirilmiş ve Kürtlerin inkar temelli soykırıma tabii tutulması temel bir devlet politikası haline getirilmiştir.
Dersim katliamıyla birlikte İngiliz emperyalizmi ve Yahudi sermayesi, zamanın Avrupalı devletleriyle de uzlaşarak Türkiye Cumhuriyeti devletini, kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye başlamışlardır. İslamcılar, Kürtler ve Sosyalistlerin bastırılması üzerine şekillendirilen bir devlet haline getirilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti eliyle sahte bir Türklük egemen kılınarak her alanda tek tip toplum yaratılmaya çalışılmıştır. O yaklaşım ve geliştirilen model Anadolu ve Kürdistan’ın kültürler mezarlığı haline gelmesine, bu toprakların ve toplumun maddi ve manevi kültürlerinin talanına, kendine yabancılaştırılmasına, toplumların birbirine düşman edilmesine, kaynakların heba olmasına ve dışa bağımlılığa yol açmıştır.
1952, 1961 ve 1971 darbeleriyle önemli aşamalar kaydeden bu iktidar yapılanmasında 1980 darbesiyle siyasal İslamcı iktidarın önü açılmıştır. 1980 darbesi genel anlamda yine Kürtlere, sosyalistlere ve İslam’a karşıydı ancak stratejik bir değişikliği barındırıyordu. Bu temelde Türkiye solu tasfiye edildi, radikal İslam’a karşı ABD-İngiltere kontrolündeki siyasal İslam’ın zemini hazırlanırken, buna dayanarak Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin etkisizleştirilmesi planlandı. Bu plan dahilinde Siyasal İslam esas alındı, aslında İslam’ın kendisi ve sistem dışı İslam’a da karşıt olan Batı yanlısı tarikatlar, cemaatler örgütlendirildi, kadrolar yetiştirildi, bu kadrolar devletin önemli kurumlarına yerleştirildi. Artık bu Siyasal İslam’a hükümet edebilme gücü sağlanınca 28 Şubat darbesiyle AKP-Erdoğan modelinin önü açıldı. Bu çizginin iktidar olması önünde engel olan Kürt Özgürlük ve demokrasi mücadelesine karşı da 15 Şubat 1999 komplosu gerçekleştirilerek yol temizlenmek istendi. 2003 yılında Irak’a karşı geliştirilen saldırı da bu planlama dahilindeydi.
İşte AKP-Erdoğan iktidarı ve devlet modeli; kökeni 1925’e dayanan bu soykırım stratejisi ve politikalarına dayanan zeminde, bir takım görünüm ve taktik değişimlere ihtiyaç duyulması sonucu ortayda çıktı. Bu nedenle, Dünya genelinde altüstlerin yaşandığı günümüze baktığımızda ılımlı İslam sloganıyla iktidara getirilen AKP’nin ve onun uygulayıcı güç olduğu devlet modelinin, temelde ciddi bir değişimi ve gelişmeyi yansıtmadığı; hatta aksine toplumun doğal gelişme seyrini engelleme, demokratikleşme ve özgürlük arayışlarını, yürütülen mücadeleleri olumsuz yönde etkileme, kazanımlara el koyma, çarpıtma ve böylece umudu tüketme, küresel finans egemenliğine Türkiye’nin tam entegrasyonunu sağlama amacı taşıdığını görmek zor değildir.
Bazı insanların “AKP muhafazakârlaştı” söylemlerinden ziyade, AKP zaten 1925’te kurulan rejimi koruma anlamında muhafazakardı ve bu rejimi korumak için bazı değişikliklere gidilmesi gerekiyordu. İşte AKP-Erdoğan iktidarı bu değişiklikleri gerçekleştirme anlamında değişimci oldu. Yani muhafazakâr yapıyı korumak için gereken değişimi gerçekleştirdi demek gerekir. İşin gerçeği budur ve böyle anlaşılmalıdır
Yaklaşan seçimlerle birlikte Erdoğan-AKP iktidarı, MHP’den daha fazla milliyetçi olduğunu öne sürerek Türk milliyetçiliğine oynamakta ve bu yolla bir dönem daha hükümet olma peşindeyken Kürt halkını bu yeni model devlete bağlama görevini tarikatlara, cemaatlere, işbirlikçisi Kürt egemen sınıflarına ve sözde hayır kurumlarına vermiş görünüyor.
Türkiye’deki gerçek yurtseverler, emekçiler, demokratlar, özgürlük-demokrasi ve barış yanlıları, aydın insanların AKP’ye artık “Yeter” diyebilmeleri, Türkiye’de Kürt sorununun demokratik-barışçıl-siyasal çözümünü hızlandıracağı gibi, yoksulluk ve yolsuzluktan, tek tipleşmekten ve kendine yabancılıktan kurtulma; demokratik ve özgür, çok renkli ve çok kültürlü topluma ulaşma; doğaya, topluma ve kendine saygılı birey olma yolunda belirleyici adımlardan biri olacaktır. “Başka Bir Dünya Mümkündür” diyorsak bunu ancak “Başka Bir Türkiye ve Kürdistan Mümkündür” şiarıyla başlatabiliriz
Kürt sorununun “çözümü” ihalesine talip olduğu görülen CHP değişime ne kadar hazır? Bu konuyu da gelecek bölümde değerlendirmeye çalışacağız.