DİLİ YASAKLI DAĞLI BİR ÇOCUK
17 Gulan 2011 Sêşem
“Türküm, doğruyum” duası yerine kendi diliyle ”Rojbaş” diyerek karşılamasını istiyorum her yeni doğan günü Kürt çocuklarının. Ve de “Ne mutlu İnsanım diye” sözüyle tamamlamalarını güneşin batışını.
Zîn Sitî EVİRAWELAT
“Anne” diyorum “Nerede ülkem? Masallarda, türkülerde kulağıma fısıldadığın o iki nehir, Dicle ve Fırat nerede. Jin’ ın ve jiyan’ ın aynı kökten geldiği dilim nerede? Neden, olmadığım biri sanıyorum kendimi?”
“Türküm, doğruyum” duasıyla başlıyorum her yeni doğan güne. “Ne mutlu Türküm” diye bitiriyorum güneşin batışını. Koskoca yeryüzünde, bir tek bize mi yer yok, anlamıyorum. Durmak istemiyorum yerimde. Koşmak, haykırmak istiyorum. Aramak istiyorum ülkemi, arıyorum gözlerden dökülen kırmızı akışkanlık içinde. Yazar Ape Musa ile tanışıyorum sonra. O’nun gibi nice aydının yazılarıyla. Okuyorum. Kocaman bir coğrafyada, kocaman bir halk olduğumuzu öğreniyorum onlardan. Aç olduğumu, yıllardır yemediğimi hissediyorum. Anlıyorum ki beynim, açlığın getirdiği sesleri çıkartıyormuş da senelerdir, gurultuları yeni yeni duymaya başlıyormuşum meğer. ‘Kürdüm, Kürdistanlıyım’ demek istiyorum, zihnime dolan bilinç ve yüreğimde taşan heyecanla. Bugüne kadar “Kendini Türk sanan bir Kürtmüşüm aslında” demek. Sonra, aynı ateşle alev alanların nelerle karşılaştığını duyuyorum. Kızılca kıyametin içinde gözaltlarında kaybedilişlerini. İşkencehanelerde, tırnaklarını nasıl ayırdıklarını bedenlerinden. Kadın – erkek, yaşlı – genç, çocuk denmeden yapılan zulümleri, gözaltında kayıpları… “Bırakın, götürmeyin, O daha çok küçük!” diyen bir annenin, cezaevine götürülen çocuğunun arkasından bağırışlarını. Zindana giren oğluyla kendi diliyle konuşamadığı için, yabancı bir dilde zar zor öğrenmiş olduğu 3 sözcüğü tekrarlayıp duran Kürt anasının sözü parçalıyor yüreğimi sonra: Kamber Ateş Nasılsın?
Daha iyi anlıyorum sonra dilin bir toplum için önemini. Bir halkı, ortak paydada toplayan ve halka kimliğini veren ‘dil ve kültür’dür. Bir toplumun kimliğini kaybettirme politikası güden ülkeler veya uygarlıklar, o halkın önce dilini, sonra dinini ve en sonunda da kaçınılmaz olarak bunu doğuran kültürünü değiştirirler. Asimile ederler. İşte bundandır ki Kürtçe denildi mi, insanlık tarihinde işlenmiş en yüz kızartıcı suçları işlemekten tereddüt bile etmeyen egemen devlet, akıl almaz yöntemlerle unutturmaya çalışıyor dilimizi. Dilimiz, kültürümüzü bugüne taşıyan temel öge olduğundan, onunla bağlantılı olarak halkıma dönük imha ve inkar politikası kapsamında kültürel soykırım için hedeflerine alıyorlar Kürtçeyi.
Tek başına ses olmaya çalışanların başına gelenleri görünce, ‘olmaz’ diyorum böyle. Hep birlikte, ya da hiç. Yola koyuluyorum sonra, Kürdün her başı sıkıştığında, kendini korumasını gerektiren her dönemde tırmandığı yüceliklere. Zap’ın, Xakurke’nin, Kandil’in eteklerinde buluyorum kendimi. Dilim, diyorum da, başka bir şey demiyorum. Biliyorum ki Kürt kimliğimle yaşamamın, varlığımı sürdürmemin ilk koşulu dilimi korumaktır. ‘Lal bırakılmaya inat’ atıyorum adımlarımı artık, burada düşlerimizi ortaklaştırdığım her Kürt genci gibi bende.
Orman yok olursa diyor bir çocuk / Ağaç kaybolursa / Ne derim benden sonraki çocuklara / İnsanlar kaybolurken göz altılarda. İşte O çocuklardan biriyken, kendinden sonrakiler yaşamasın diye bu ‘özüne yabancılaşma’ psikolojisini. Her ne kadar devlet tarafından zoraki olarak empoze edilmişse de beynine, köklü bir kültürün, tarihin çocuğu olarak yine de hatalı senmişsin gibi utanarak. Kürdüm dememenin, Kürtçe bilmemenin nedeni, senmişsin gibi. Utanırsın.
Deniz yok olursa diyor bir çocuk / Balık kaybolursa / Ne derim benden sonraki çocuklara. Aynı utancı yaşamasın diye O çocuklar, koşarsın mevzilere. Dokunursun tetiğe. “Savaşmıyorum. Meşru savunmamı yapıyorum. Bundan sonra kültür kırımlar yaşanmasın, benden sonraki çocuklar kendi dillerinde konuşabilsin, okuyabilsin, kimliğiyle, kendi olarak yaşayabilsin diye kurşunlanıyorum.” Diyorum. Biliyorum ki sıktığım her kurşun, özgürlüğe, barışa daha da yaklaştırıyor minik yürekleri.
Ve şimdi de, yardım ediyor bana küçük melekler. İş bölümüne girişmişçesine, uyumluca. Zamanımız yok çünkü. Vakit kalmadı artık. Ben mekap ayakkabılarla yaparken meşru savunmasını Dilan’ ın, Rebêr’in ve de Sevda’nın, onlarda ‘BOYKOT’ diye yükseltiyorlar seslerini, anadilimiz için.
Dilimin unutturulmasına BOYKOT!
Kendini Türk sanan Kürt olmaya karşı BOYKOT!
Dilimle, kimliğimle, kültürümle özgür yaşayabilmem için mevcut TC Anayasasına karşı BOYKOT!
Annemle, düşüncede ve yürekte göbek bağımızı makaslayana karşı BOYKOT!
O kutsal kadınla ayrı dilleri konuşmaya neden olanlara cephe alarak BOYKOT!
Bir başka Kürt çocuğu “Anne” diye başlayıp, yaşama ilişkin ilk çelişkisini “Nerede ülkem. Masallarda, türkülerde kulağıma fısıldadığın o iki nehir, nerede. Jin’ ın ve jiyan’ ın aynı kökten geldiği dilim nerede? Neden, olmadığım biri sanıyorum kendimi?” sorusuyla başlatmasın diye yapıyoruz, el birliği ile her şeyi. “Türküm, doğruyum” duası yerine kendi diliyle ”Rojbaş” diyerek karşılamasını istiyorum her yeni doğan günü Kürt çocuklarının. Ve de “Ne mutlu İnsanım diye” sözüyle tamamlamalarını güneşin batışını. Böyle olacak bundan sonrası biliyorum. Elma şekeri kadar tatlı, güzel olacak gelecek, inanıyorum.
Çünkü
“Güneş aydınlığını gördüm ben
Güneşin hapsedildiği yeri biliyorum
Hazır olun
Geliyorum.”