DOĞAL TOPLUMDA EKONOMİK ALAN-FAALİYETLER VE İLİŞKİLER
23 Nîsan 2012 Duşem
Başlangıçta çok sistematik ve ayrıntılı bir düzenden bahsedilmese de ihtiyaçların tespiti, kararların alınması-uygulanması ve denetimi, elde edilen ürünlerin paylaşımı, tehlikeler karşısında savunma gibi yaşamsal etkinlikler topluluk üyelerinin ortak katılımı ile gerçekleşir.
Hesen GERDÛN
Neolitik Devrime Kadarki Dönem: (Paleolitik ve Mezolitik Dönemler)
Kuşkusuz her varlık, içinde yaşadığı doğadan ihtiyaçlarını karşılamak için bir takım eylemlerde bulunur. İşte bu eylemlerin başında gelen ekonomik ve/veya ekonomiyle ilintili faaliyetler anlamında beslenme, barınma, savunma ve korunma gibi eylemler tüm varlıklar için zorunludur. Ancak insan toplumu açısından ekonomik alan ve faaliyetler anlam, içerik, işleyiş ve biçim olarak diğer varlıklardan büyük farklılık arz eder. Çünkü insan toplumunun farklılığını ortaya koyan en temel özelliklerden biri, ekonomik faaliyetlerini bilinçli ve kendi iradesiyle gerçekleştirmesidir. Yani diğer varlıklar doğada hazır olanları olduğu gibi alıp kullanırken insanda durum farklıdır. İnsan uzun bir zaman hazır olanları alıp kullansa da bir süre sonra yapma, gerçekleştirme, oluşturma, işleme yeteneğini ekonomik alan ve faaliyetlerine de yansıtır. İhtiyaçlarını karşılama ve yaşamını sürdürebilmenin ilk ve vazgeçilmez yolunun birliktelik olduğu bilinci, insan zihniyetinin temel yapı taşı olur. Bu birlikteliğe bağlı olarak geliştirdiği yöntemler ve araçlar, daha iyi yaşamanın yolunu açar. Yaşamın daha iyi ve daha güzel olmasının ancak toplumsallıkla mümkün hale geldiği görülür. Yani temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulan ortak yaşam, salt bu hedefle sınırlı kalmayarak manevi-maddi kültürü ve değerleriyle toplumun inşasına yol açar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “ ekonomi toplumun temel var oluş biçimidir” derken bu gerçeği işaret eder. Eldeki verilere göre Paleolitik Çağ, yaklaşık 2,5 milyon yıl önce başlar. Afrika’nın doğusunda bulunan ve taştan yapılmış ilk aletleri bu gerçeğe işaret eder. Paleolitik dönem boyunca homo Africanus, Homo Erectus, Naendertal, Homo Sapiens gibi birçok insan türü yaşamıştır. Bu türlerin aynı mekanı paylaşmaları yanı sıra uzun zaman dilimleri boyunca farklı alanlara göç ettikleri bilimsel araştırmalar ve bulgularla kanıtlanmıştır.
Paleolitik dönemle birlikte insanlar düzenli ve örgütlü gruplar halinde yaşamaya başlarlar. İnsanların ilk oluşturduğu küçük gruplara gens adı verilir. Yaşam koşullarının değişkenliği ve toplumsallığın gelişimiyle birlikte klan denen daha geniş ve örgütlü gruplar oluşturulur. Topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak ilkesi üzerine kurulu olan ekonomik alan, faaliyetler ve ilişkiler uzun bir süre doğada hazır bulunanlardan olduğu gibi faydalanmaya dayanır. Ancak alet kullanımı ve ateşin insan kontrolünde kullanılmaya başlanmasıyla insan toplumun yaşamında devrimsel gelişmeler gerçekleşmeye başlar. Arazi ve iklimin elverdiği ölçülerde geniş bir dağılım gösteren bu topluluklar, beslenmek, barınmak ve korunmak için uygun alanlar neresiyse orada yaşarlar. Ancak, yaşam koşullarını değiştirebileceğini ve zorlukları aşabileceğini öğrendikçe, gördükçe ve inandıkça toplum yerleşik yaşama doğru adımlar atar. Coğrafyanın sunduğu olanaklara göre mağaralar, kayalar, yüksek ağaçlar ve giderek barakalar yerleşik yaşama geçiş sürecinde kullanılır. Yerleşik yaşama geçiş, insan toplumunda doğayla daha yakın bağ kurma ve değer yaratma özelliklerinin gelişmesini de sağlar. Toplumsal tarihin bu en uzun süresi insanlığın temel değerlerinin ve ortak hafızasının ağırlığını oluşturur. Toplumsal zihniyetin sonucu olarak ortaya çıkan ekonomik faaliyetler aynı zamanda bu zihniyetin gelişimini de etkileyerek büyük dönüşümlere yol açabilmektedir.
Yaşam, ortak katılım ve paylaşım üzerine kuruludur. Başlangıçta çok sistematik ve ayrıntılı bir düzenden bahsedilmese de ihtiyaçların tespiti, kararların alınması-uygulanması ve denetimi, elde edilen ürünlerin paylaşımı, tehlikeler karşısında savunma gibi yaşamsal etkinlikler topluluk üyelerinin ortak katılımı ile gerçekleşir. Topluluğun her üyesi gücü oranında ekonomik faaliyetlere katılır.
İnsan henüz yeni yeni tanıdığı doğanın bir parçası olduğu bilincindedir. Bu nedenle doğaya saygı duymak temel ilkelerden biridir. Doğada bulunan her şeyi kendisi gibi canlı, ruhlu ve hissedebilen olarak gören insan toplumunun geliştirdiği ilk inanç biçimi yani animizm de bu yaklaşıma dayanır. Toplumun kutsalları ve kutsallıklar, onun doğayla ilişkileri çerçevesinde oluşur. Toplum kendisi için en yararlı olan neyse ona en büyük kutsallık atfeder. Başlangıçta en yararlı varlıklar ve nesnelerle başlayan bu süreç giderek Güneş, ay, yağmur gibi doğa olayları ve varlıklarının tanrı olarak görülmelerine doğru bir seyir izler. Toplumun anlamakta zorluk çektiği ve anlamak istediği doğa olaylarının ve varlıklarının yorumlanarak bunlar üzerinden güç sağlama yöntemi de şamanizmi ve büyüyü geliştirir. Büyü ve Şamanizm bir yandan topluluk için moral gücü sağlarken diğer yandan da egemenliğin oluşumuna yol açacak temellerden biri haline gelir. Yani toplumda ekonomi ile inancın oluşumu arasında sıkı bağ olduğu doğal toplum evresinde görülür.
Doğal toplumda cinsiyete dayalı kimlikler öne çıkmaz. Gerçekleştirilen faaliyetlerde cinsiyete göre katı biçimde belirlenen bir işbölümü ve rol paylaşımı genelde yoktur. Ancak, doğurduğu çocuğu besleme, koruma ve büyütme sorumluluğu, yaşamın doğal seyri içinde ana-kadına ait olur. Diğer varlıklarda olduğu gibi çocuk üzerinde de mülkiyet hakkı yoktur; çocuk topluluğundur. Bu sorumlulukları yerine getirmesi gereği, kadının ve çocukların nispeten daha güvenlikli ve kalıcı mekanlarda yaşama ihtiyacını doğurur. Aldığı sorumlulukları yerine getirmek için vermesi gereken çaba, kadının hem toplum ve doğayla daha fazla iç içe olmasına ve onları tanımasına, hem de çözüm gücü olmasına yol açar. Bu nedenle kadın toplum içinde giderek daha fazla öne çıkar. Yaşlılar ve avlanamayacak olanlar da bu mekana dâhil edilirler. Çoğunlukla erkeklerin gerçekleştirdiği avcılık faaliyeti barındırdığı tehlikeler ve hayvan sayısının azalması gibi nedenlerle her yer ve zamanda ihtiyacı karşılayacak şekilde sonuç alamaz. Erkeğin topluluktan uzak kalması da daha sonraları açıkça görüleceği üzere kendine ve topluma yabancılaşma sonucunu da doğurur.
Bu dönemde insan toplumu kendi içersinde, topluluklararası ve doğa ile ilişkilerinde esas alacağı bazı ölçü ve kurallar belirler. Toplumsal ilişkiler düzenlenirken, dıştan bir zorlama olmaksızın, toplulukların-toplumun tamamen kendi iradeleriyle belirlediği kurallar ve ölçüler olarak ahlak ortaya çıkar.
İnsan toplumu için başta gelen ekonomik faaliyet, yaşamını sürdürmesi için gerekli enerjiyi sağlamaya hizmet eden beslenme faaliyetidir. Başlangıçta doğada hazır olanlar olduğu gibi alınıp kullanılır. Bu çerçevede temel beslenme faaliyeti bitki ve meyve toplamaktır. Bununla birlikte, bitkilerin ve meyvelerin yeterli olmadığı ancak hayvan popülasyonu zengin olan bölgelerde bir beslenme yöntemi olarak et yemek de ortaya çıkar. Sonuçta toplayıcılık ve avcılık insan toplumunun beslenme ihtiyacını karşılamaya dönük ilk temel ekonomik faaliyetler olur. Toplulukların kimlik kazanma ve adlandırılmalarında belirleyici faktörlerden biri de yürüttükleri temel ekonomik faaliyetlerdir. İlk topluluklar avcılar ve toplayıcılar olarak tanınırlar. Beslenme yöntemi, insanın fiziksel ve beyinsel yapısında da gelişmeye yol açar. Ancak bu gelişme ateş kullanılana kadar çok ağır ilerler.
İlkin yıldırım ve şimşeğin yol açtığı yangınlarla karşılaşan insan, daha sonra ateşi kendi kontrolünde kullanmaya başlar. İnsan toplumunun ateşi kendi kontrolünde kullanması olayı tek başına bile devrimsel bir gelişme olduğu gibi daha sonraki birçok devrimsel gelişmede de temel rol oynar. Demokratik uygarlık güçlerinin hakikat arayışında ateşin en önemli ve vazgeçilmez değerlerden biri ve hatta ağırlıklı olarak hakikate ulaşmanın yolu olarak görülmesinin nedeni bu gerçeklik olsa gerek. İnsansı toplulukların kullanımına giren ateş; yiyeceklerin pişirilmesi, ısınma, ortamın aydınlanması, zararlı hayvanlara karşı korunma gibi birçok pratik fayda sağlar. Bununla birlikte topluluk yaşamının düzenlenmesinde ve toplumsallaşmanın gelişiminde de büyük katkısı olur. Ateş, karanlığın sırrını çözerek aydınlığa ulaşmanın, ancak karanlıklarda yaşayabilen kötülüklere karşı korunabilmenin yolunu insan soyuna gösteren ilk kaynaktır. Bu yönüyle insanın kendi iradesi, gücü ve yeteneklerinin farkına varmasının ilk adımlarından biri de sayılır. Yani ateş, insan toplumsallaşmasında en önemli maddi-manevi güç kaynağı olarak ortaya çıkar.
Alet Kullanma Ve Araç Malzeme Yapımı:
İnsanın, diğer varlıklardan farklılaşarak kendi olmaya doğru gidişinde en önemli adımlardan biri alet-araç yapımıdır. Taş, ağaç, kemik gibi nesneleri önce üzerlerinde herhangi bir değişiklik yapmadan kullanır. Daha sonra bu nesneleri kullanmayı ve sağladığı faydaları anladıkça alet yapımına yönelir. Elde ettiği bu aletlerle bitki ve meyveleri daha iyi toplayabilir, yiyecekleri daha kolay hazmedebileceği duruma getirir, hayvanları avlar, kendisini savunur, bazı mekânları barınağı haline getirir. Uzun bir sürede gerçekleşen bu dönüşüm, ateşin kullanımıyla birlikte sıçramalı bir gelişme kaydeder.
Taş, ağaç ve kemik insan toplumunun alet kullanma, yapma ve geliştirmede kullandığı ilk malzemelerdir.
Ağacın yakılmasıyla yiyecekler pişirilir, insanlar ısınır, topluluğa saldıran hayvanlar kaçırtılır. Daha sonraki dönemlerde kap-kacak yapımı için çamurun pişmesi sağlanır. İşlenen ağaçtan barınak, kap-kacak, sal-kayık, havan, çekiç, balta, av ve balıkçılık vb. aletleri elde edilir.
Bir diğer öğe olan taş ise insan’ın, diğer türlerden farklı olduğunu anlamasına yol açan belki de ilk varlıktır. Taş, işlenmesi zor bir nesnedir. Ancak kalıcı ve sağlam olduğundan, doğada en fazla bulunan nesne olması ve en basit biçimde dahi kullanılabilme özelliğinden dolayı insan toplumunun en yaygın kullandığı malzeme olur. Paleolitik dönemde, kırma ve kesme gibi işlemlerden geçirilerek kullanılan taş; kazma, kesme, parçalama, ezme, vurma, atma gibi edimlerde kullanılır. Mezolitik dönemde ise taş işleme tekniği daha da gelişerek taşlar artık yontulur, daha ince işlenerek farklı şekillerde aletler elde edilebilir. İşlenen taşın hem kendisi alet olarak, hem de başka alet ve malzemelerin yapımı için kullanılır. Özellikle ağacın işlenmesinde taştan yapılmış aletlerin rolü büyüktür. Böylece ağaç da daha iyi işlenerek kap-kacak, sal, sandık, heykel malzemelerin yapımında kullanılır. Yaygın kullanımı nedeniyle toplumsallaşmanın ilk aşamaları taş çağları ( paleolitik-mezolitik-neolitik ) olarak adlandırılır.
Neolitik döneme kadar ortaya çıkan bir diğer gelişme de giyinme konusudur. Bedenini soğuğa, sıcağa, hastalığa veya dıştan gelecek herhangi bir tehlikeye karşı koruma ihtiyacından kaynaklanan giyinme kültürü de toplumsallığın başlangıcına dayanır. Fransa’nın güneyindeki Cro-Magnon bölgesinde bulunan kalıntılar, İ.Ö. yaklaşık 30 bin yıl önce bu alana gelip yerleşmiş olan Homo Sapiens türe bağlı bir grubun iğne, iplik ve elbise yapabildiklerini gösterir. Daha sonraları cinsiyet kimliklerinin oluşmasıyla birlikte bir ahlak kuralı olarak kabul edilen örtünme de giyinme kültürünün yaygınlaşmasına katkı sunar. Kumaş henüz bulunmadığından paleolitik ve mezolitik dönemlerde hayvan derileri, post, kürk ve kuyrukları elbise niyetine kullanılır. Ayrıca bu malzemelerin elbise olarak kullanılmalarının bir nedeni de hayvanların ruhları ve güçlerinin bu yolla insanlara geçebileceği inancıdır.
Toplumsallaşma geliştikçe insandaki maneviyat dünyası da gelişir. Temeli ruh ve düşünceye dayanan maneviyat, toplumun yaşamını sürdürebilmesi için doğayla barışık olma arayışının ürünüdür. Böylece hem yaşamın daha da güzelleştirilebileceği ve hem de var olan güzelliklerden güç alınacağı farzedilir. Yani devletçi uygarlık güçleri ve kurumlarının empoze etmeye çalıştıkları gibi insan sadece kendi maddi çıkarlarının, rahat yaşamının, yemenin-içmenin peşinde olan ruhtan, histen, maneviyattan uzak biyolojik bir varlık olarak tanımlanamaz. İşte bu gerçekliğin en açık ifade biçimi insan toplumunun estetik yönüdür. İnsan toplumu daha ilk adımlardan itibaren bu metafizik yönünü açığa vurur. İnanç, rituel ve sanat bu manevi yönün en açık ifadeleridir. Paleolitik ve Mezolitik dönemlerde insan toplumunun bitki köklerinden ve yapraklardan boya elde etmesi de insanın metafizik yaratım gücünün sonucudur. Elde ettiği boya ile yaşamın renklerinin farkında olduğunu ve daha da renklendirmek istediğini yansıtırken; diğer yandan mağara ve taşlara çizdiği resimlerle de on binlerce yıla dayanan toplumsal hafızayı kendinden sonraki nesillere aktarır.
İnsanın kendi toplumsallığını inşa etmesine bağlı olarak gerçekleştirdiği en büyük devrimlerden biri de dildir. Dil, toplulukların kendi içlerinde ve diğer topluluklarla ve hatta doğayla iletişim kurma arayışının sonucu olarak doğar. Primattan insansıya, insansıdan insana ve onun toplumuna geçişte dil de en önemli faktörlerden biri olarak öne çıkar. İnsan türü gelişen düşünce yeteneğinin sonuçlarını ilk önceleri işaretler ve resimlerle ifade eder. Hakkâri’deki, Kürdistan’ın Güneyindeki Şanidar, Fransa ve İspanyadakiler başta olmak üzere Dünyanın birçok yerindeki mağaralarda bulunan resimler ve işaretler bu gerçeği ortaya koyar. Milyonlarca yıllık evrimleşmenin beden ve beyin üzerinde yol açtığı değişimin sonucu olarak ses telleri ve gırtlak yapısı gelişir. Bu gelişmeye zekâ, düşünce ve anlam gücündeki gelişim de eşlik edince simgesel dil ortaya çıkar. Günümüzden yaklaşık 70 bin yıl önce Kuzey Afrika Rift vadisinde ortaya çıkan simgesel dil’in esas sıçramalı gelişmesi tarım-köy kültüründe gerçekleşir. Dilin ortaya çıkması toplumsal kimliklerin ve kültürlerin oluşmasında da temel teşkil eder.
Paleolitik dönemin son bölümlerine doğru Afrikadan göçler başlar. Australopithecine türün Afrika boyunca yayılması, Homo Erectus türün Afrika dışına çıkışı ilk gerçekleştiren tür olması, bundan yaklaşık 90 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen kalıntıların ispatladığı gibi Naendertal türün Almanya’ya kadar ulaşması gibi örnekler Afrika Doğusundan göçün yüz binlerce yıl önce başladığını kanıtlar.
Paleolitik dönemin sonu ve Mezolitik dönem, aynı zamanda jeolojik Pleistosen bölümün de tamamlanmasıdır. Son buzul çağının bundan 50-60 bin yıl önce başlayan sona erme süresi Paleolitik dönemin sonlarında tamamlanmış olur. Bu gelişmeye bağlı olarak coğrafya da son biçimini alır. Primattan insansıya, insansı’dan insana ve topluma geçişe kadarki milyonlarca yıllık toplumsal sürede tek ve belirleyici coğrafya olan Kuzey Afrika Rift vadisi de bu özelliğini kaybeder. Bu coğrafyada iklimin ısınması, milyonlarca yıl boyunca insanı ve hayvan türlerini besleyen olanaklarının tükenmeye yüz tutması, nüfus artışı ve başka coğrafik bölgelerde yaşam olanaklarının ortaya çıkması gibi biri diğerini tamamlayan gelişmeler yaşanır. Bu nedenlere bağlı olarak da, zaten daha önceden başlayan göçler daha büyük kalabalıkların katılımı ile hızlandırılmış biçimde artar. Bazı topluluklar Afrika’nın içlerine ve Güneye doğru göç ederler. Ama en büyük göç dalgası kuzeye doğru gerçekleşir. Kuzeye giden topluluklardan bir kısmı başta Mısır olmak üzere Afrika’nın kuzeyi ve marjinal gruplar ise İber yarımadası üzerinden Avrupa geçerler. Çoğunluk kitle ise Kuzey-doğuya, yani Ortadoğu’ya yönelir.
Afrika’dan çıkışta insan topluluklarının ağırlıklı olarak Kuzeye yönelmelerinin nedenleri vardır. Son buzul çağının sona ermesi ile Dünya’nın diğer bölgelerinde insan yaşamı için daha uygun koşullar ortaya çıkar. Coğrafik yapı ve iklimdeki değişim böyle bir sonuca yol açar. Afrika’nın Güneyinin hem sıcak hem de dar bir bölge olması, Batısının ise çölleşmeye yüz tutması gibi nedenlerle tek seçenek olarak Kuzeye gidiş