KÜRDİSTAN’DA EKONOMİK SOYKIRIM VE EKONOMİK ÖZ-SAVUNMA-I

23 Gulan 2012 Çarşem

Ekonomik soykırım diğer soykırımlara iç içe sistematik, planlı, zaman ve mekâna göre biçim değiştiren, derin, kapsamlı ve örtüktür. Kültürel soykırımla birlikte en yıkıcı sonuçlar ekonomik soykırımla ortaya çıkar.

Hesen GERDÛN 
Giriş:
“Ekonomi, en az devletleştirilmiş, özelleştirilmiş toplumsal gerçekliktir. Toplum kolektivizminin en temel dokusudur. Özelleştirilmesi, devletleştirilmesi düşünülemez bile. Ekonomiyi özelleştirmek, devletleştirmek, temel toplumsal dokuyu tahrip etmek demektir; toplumu en hayati yaşam kurallarından yoksun bırakmak demektir”.
Ekonomi, genel anlamda varlıkların doğadaki imkânlardan yararlanarak ihtiyaçlarını karşılamaları için yürüttükleri faaliyetlerdir. İnsan toplumunda ise ekonomi ancak bilinçle gerçekleştirilir. İnsan toplumsallaşması esasta ekonomik faaliyetler etrafında oluşmuştur.

A-KÜRTLERE ve KÜRDİSTAN’A KARŞI EKONOMİK SOYKIRIM
19.yüzyıla kadarki tarihsel kesitte Kürdistan coğrafyası ve toplumuna yönelik ekonomik temelli saldırılar zaman zaman ivme kazanarak sürse de soykırım düzeyinde gerçekleşmemiştir. Kürdistan toplumu genel anlamda maddi-manevi kültürüyle birlikte varlığını koruyabilmiştir. Ekonomik soykırım esasta kapitalist modernitenin kendi hegemonyasını Ortadoğu’da tesis etmeye başladığı 19.yüzyıldan günümüze kadarki dönemdedir.
Ekonomik soykırım diğer soykırımlara iç içe sistematik, planlı, zaman ve mekâna göre biçim değiştiren, derin, kapsamlı ve örtüktür. Kültürel soykırımla birlikte en yıkıcı sonuçlar ekonomik soykırımla ortaya çıkar. Kürtlerin, üzerlerinde gerçekleşen soykırımı fark etmemeleri, fark etseler de karşı koyamamaları, kanıksamaları ve bilinçli-bilinçsiz katkı sunmaları için de ne gerekirse yapılır.

1- TC’nin Kürtlere Karşı Ekonomik Soykırım Yaklaşımı Ve Politikaları:
Kapitalist modernitenin hegemon güçleri ve TC iktidar güçleri ekonomik soykırımı, kültürel, siyasi ve fiziki soykırımlarla iç içe gerçekleştirmektedir. Ekonomik soykırım, inkâr-imha ve asimilasyon yaklaşımının hem temel uygulama alanlarından biridir hem de bu yaklaşımın sonuca gitmesinde en etkili soykırım uygulamalarındandır. Katliam, baskı, göçertme, fakirleştirme, asimilasyon yöntemleriyle Kürt toplumunu parçalamak, dağıtmak ve eritmek, manevi kültürünü ortadan kaldırmakla birlikte başta toprakları ve mülkleri olmak üzere tüm maddi değerlerine el koymak, Kürdistan toplumunun ekonomik alanını çökertmek ekonomik soykrımın başlıca hedefleri olagelmiştir.
Ekonomik soykırım, kuruluşundan günümüze kadar TC’nin değişmez devlet politikası olmakla birlikte bu amaca yönelik özel konsept ve planlar da oluşturulmuştur.

a- Ekonomik Soykırımla İlgili Kanunlar Ve Resmi Politikalar:
Şark Islahat Planı ( 24 Eylül 1925 )

6) Bu mıntıkada ( Doğu’da ) araziler maliye bakanlığı tarafından acilen devlet mülkiyetine geçirilecektir.
8) İsyanın bastırılması için harcanan para, bölgedeki halktan karşılanacaktır. Bu mıntıkada bulunup da isyana iştirak etmeyen köyler bu vergi ile mükellef tutulmayacaktır. (bu köyler erkan-ı harbiye-i umumiye’ce tespit edilmiş olanlardır.)

Mecburi İskân Kanunu (14 Haziran 1934)
İlk iki maddesi Türk kültürüne yakın olmayan ve yok edilmesi gereken hedef gruplarla yani öncelikle Kürtlerle ilgilidir.

Tunceli Kanunu (25 Aralık 1935)
Burada belirtilen ve belirtilmeyen onlarca kanunun Kürtlere yönelik doğrudan ekonomik soykırımla ilgili birçok maddesi vardır. Ancak yerimiz sınırlı olduğundan birkaç tanesini verebildik. Tüm bu kanunların ortak amacı Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek, Kürtleri de Türkleştirmektir. Bu çerçevede Kürtlerin ve Kürdistan’ın tüm varlıklarına el koymak, bunları Türk devlet ve özel sermayesine aktarmak; Kürtleri de topraklarından, maddi-manevi değerlerinden kopararak en ucuz kullanılan köleler haline getirmektir.

b-Demografi Anlayışı: ( Sürgün, Göçertme ve Nüfus Planlaması )
Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan (4 Mart 1925) başlayarak 1938 yılına kadar bu amaca yönelik kanunlar çıkarılır. 1925-1950 arası dönemde Kürtler büyük-küçük gruplar halinde zorla Türkiye’ye sürgün edilir. Bu uygulamayla Kürdistan nüfusunun Türkiye nüfusuna ortalaması düşük tutulmaya çalışılmıştır.
1950-1984 arası dönemde ise göçün ekonomik gerekçeleri öne çıkarılmıştır. Ancak göç ettirme sistematik bir devlet politikası olup bir ucu ekonomik soykırıma dayanır. 1950’li yıllardan itibaren TC devlet aygıtında birtakım değişikliklere gidilerek kapitalist sistemle daha fazla bütünleşmesi sağlanır. Bu değişime bağlı olarak inkâr-imha-asimilasyon uygulamalarında da biçimsel değişiklikler yaşanır. Bu durumda Kürdistan’dan Türkiye şehirlerine aileler, gruplar ve peyderpey aşiretler halinde göçler artarak sürer. 1950’lerin başından 70’lerin sonuna kadar kırsal alandan yığınsal bir göç olayı yaşanır. Kürdistan şehirlerinden ilk ciddi göçler 1950-1955 yılları arasında yaşanır.
1960’lı yıllardan itibaren ise Kürdistan’dan Avrupa’ya göç başlar. TC ile Avrupa devletlerinin yaptıkları anlaşmalar sonucunda Türkiye ve Kürdistan’dan Avrupa’ya işçi göçü başlatılır. Bu çerçevede 1962-1971 yılları arasında Kürdistan’dan 200 bin kişi Avrupa’ya göç eder. 1965-1980 arası yıllarda bir kaçı hariç tüm Kürdistan illeri göç nedeniyle büyük nüfus kaybına uğrar.
1985 yılından itibaren hem köylerin boşaltılması hem de Avrupa kapılarının açılması nedeniyle köylerden şehirlere, şehirlerden Türkiye ve Avrupa’ya göç büyük hız kazanır.
Nüfus planlaması politikaları PKK’nin ortaya çıkmasından sonra daha yaygın, sistematik, kısa-orta-uzun vadeli planlamalar dâhilinde TSK, Emniyet teşkilatı ve valiliklerin öncülüğünde birçok devlet ve özel kuruluş bu konuda çalışmaktadır.

c-Mevsimlik İşçi Göçü:

Kürdistan’da ekonominin çökertilmesine bağlı olarak özellikle son on yıllar içerisinde Kürdistan’dan Türkiye’ye mevsimlik işçi göçü de oldukça yaygın hale gelmiştir. Her yıl bahar ve yaz mevsimlerinde milyonlarca Kürt emekçisi Marmara, Akdeniz, Karadeniz, Çukurova ve Ege bölgelerine inşaat veya geçici tarım işçisi olarak gitmekte, onur kırıcı düzeyde ağır koşullarda ve çok az ücretle köle gibi çalıştırılmaktadır. Bununla birlikte her yıl yüzlerce Kürt, mevsimlik işçi olarak çıktığı yollarda trafik kazalarında yaşamlarını yitirmektedir.

d-Kentleşme ( Kentsizleşme)
TC’nin Kürdistan’a ilişkin kentleşme politikası, askeri ve idari zora dayalı olarak merkezi egemenliğini tesis etmeye ve Kürdistan toplumunun birliğini parçalamaya yöneliktir. Bu temelde nüfus ve yüzölçümü ilçe düzeyinde olan yerleşim birimlerine il statüsü verilirken, il özellikleri taşıyan yerleşim birimleri ilçe statüsünde kalmıştır. Bununla birlikte genel olarak Kürdistan’da mümkün olduğunca il sayısını arttırarak merkeziliği yaygınlaştırmaktadır. Kentlerde ekonomi, altyapı, kent mimarisi, çevre, sağlık, ulaşım gibi yaşamsal alanlarda sorunları çözmeyi değil, kentlerin altından kalkamayacağı derecede ağırlaştırmayı esas almaktadır. 1985 yılından itibaren yaygınlaştırılan köyleri boşaltma politikaları sonucu kentler, kendi kapasitelerini kat be kat aşan nüfus yoğunluğuyla karşılaşmışlardır. Halk iradesiyle yürüyen belediyelerin çalışmaması için devlet elinden geleni yapmaktadır.
Bu politikalar sonucunda nefes alamaz duruma gelen Kürdistan’daki kentlerden Türkiye’ye ve Avrupa’ya giderek artan biçimde göç yaşanmaktadır.

e-Ulaşım (Demiryolu Ulaşımı, Karayolları ve Köy Yolları)

Kürdistan’da uygulanan ulaşım politikası inkâr-imha ve asimilasyona hizmet edecek tarzda uygulanmaktadır.
1-Demiryollarıyla, Kürdistan’daki yer altı-yer üstü zenginliklerini, tarım ürünlerini doğrudan Türkiye’ye taşırmak, ekonomik kaynakları sömürmek ve Kürdistan’ı Türkiye kapitalist pazarına bağlamak. Asker ve askeri malzeme sevkiyatını kolaylaştırmak.
2-Karayollarında da aynı hedef gözetilmekle birlikte Kürdistan’daki yerleşim birimleri arasındaki yol mesafelerini uzatıp Kürtlerin, devletin hâkim olduğu merkezlerden geçerek kontrol edilmesi. Ayrıca bu şekilde ulaşım giderleri de arttırılarak fakirleştirilmeleri ve birbirleriyle ilişkilerinin azalması.
3-Hava ulaşımı tamamen askeri ve idari egemenliği tesis etmeye yöneliktir.
4-Köylerin kendi aralarında ve ayrıca şehirlere ulaşımı için gerekli yol ağları da aynı amaçlar doğrultusunda değerlendirilir. 1984 yılından itibaren hız kazanan köy yollarının yapımı tamamen askeri işgal, parçalama, fakirleştirme ve asimilasyonun kolaylaştırılmasına hizmet eder.
T.C’nin Kürtleri tasfiye etme anlayışına dayalı ulaşım politikası, AKP iktidarı döneminde de duble yol ve diğer projelerle yaygınlık kazanarak sürdürülür.

f-Tarım ve Hayvancılık
TC, Kürdistan toplumunun tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomik faaliyetlerini çökertme ve yerine kendi tarım-hayvancılık politikasını ikame etmeyi esas alır. Kürtlerin toplumsallığını dağıtmak, varlık koşullarını ortadan kaldırmak ve Kürdistan’ı tam işgal ve talan etmek için en fazla tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin tasfiyesine ağırlık verilir. 1925’lerde başlayan ve silahlı direniş dönemlerinde yoğunlaştırılan köy boşaltmaların esas amaçlarından biri de budur. 1950’li yıllardan itibaren ise köylerde alt yapı sorunlarını çözmeyerek, çarpık kentleşmeyi geliştirerek köyleri boşaltmıştır. 1970’li yıllardan itibaren ise endüstriyalist tarım ve hayvancılığı geliştirerek, kentlere, Türkiye’ye ve Avrupa’ya göçü yaygınlaştırarak Kürtlerin “kendi rızalarıyla” köylerini terketmelerini hedeflemiştir. 1985 yılında tekrar başlatılan koruculaştırma ve köy boşaltmalar 1990’lı yıllarda en üst düzeyde yaygınlaştırılır. Sürgün edilen köylülerin mal-mülklerine ordu ve korucular tarafından el konulur. Çok geniş araziler askeri bölge ilan edilerek köylülere kapatılır, yayla yasakları getirilir. Kürdistan’da tarım ve hayvancılık faaliyetleri yürütme imkânları bırakılmayan Kürt köylülülüğü ve koçerliği çözülür. 1985 yılından günümüze kadar süren köysüzleştirme politikaları sonucunda Kürdistan’da 4000’in üzerinde köy boşaltılmış olup 2 milyondan fazla insan köylerinden kopartılmıştır.
Çiftçi-köylülerin hareket ve üretim alanları vergi, kredi, devlet ofisleri, ilaçlama, mühendislik, arz-talep dengesi, patent adı altındaki baskı araçlarıyla daraltılır. Tarımda devlet tekeline ek olarak son yıllarda özel sermaye tekelleri de Kürdistan’da tarım alanına el atmış ve tarımı kapitalistik tarzda dönüştürme yolunda oldukça mesafe kat etmişlerdir. Devlet-özel sermaye-ağalar ve ordu ittifakı köylülerin topraklarını ellerinden almışlardır. Devletin daha önceki dönemlerde el koyduğu araziler de dâhil edilerek özellikle son yıllarda yaygınlaşan biçimde çok geniş arazilerde kapitalistik-endüstriyalist tarım işletmeleri kurulur. 2000’li yıllardan itibaren yoğun teknoloji, seracılık, tekelci pazar, hormon ve ilaçlama yöntemlerinin egemen hale gelmesi nedeniyle köylü ve çiftçi kendi imkânlarıyla üretim yapamamakta, yapsa da ürününü satamamaktadır.
Hayvancılık alanındaki politikalar da tasfiye yaklaşımına hizmet eder. TC Osmanlılardan devraldığı aşiretleri dağıtma siyasetini sistematik hale getirerek hayvancılığı da tekeline almak ister. Özellikle çatışma alanları ve dönemleri bahane gösterilerek uygulanan yayla yasaklarının esas amaçlarından biri de Kürdistan’da hayvancılığı çökertmektir. Hayvancılık daha çok koçerliğe dayandığı için koçer aşiretlerine yönelik baskılarla onları yerleşik yaşama zorlamanın bir hedefi de budur. 1990’lı yıllara kadar Kürdistan’da hayvancılık Türkiye ve diğer ülkelere de ihracat yapabilecek düzeydeyken, günümüzde Kürdistan halkı hem bu ihtiyacı karşılamaktan ve hem de bu ihtiyacını üretmekten yoksun bırakılmıştır.
Hayvancılığa bağlı ekonomik faaliyetlere dayanarak varlığını koruyan koçer aşiretler de bu alandaki politikalar sonucunda dağılmakla yüz yüze kalmışlardır.
Tarım ve hayvancılığı tasfiye etme amaçlı bir diğer politika da 1970’li yıllarda başlayan ve 2000’li yıllarda hız kazanan endüstüstriyalist baraj politikasıdır. İnşa edilen ve edilecek onlarca barajın sular altında bırakacağı yüzlerce köy boşaltılmaktadır.
Tarım ve hayvancılık kapsamına giren bir diğer konu da mayınlı arazilerdir. 1950’li yıllardan itibaren TC ordusu Türkiye-İran-Irak-Suriye sınırı boyunca yüz binlerce dekarlık alanı mayınlamıştır. Sadece Türkiye-Suriye sınırında 306 bin dekarlık yani iki Kıbrıs büyüklüğündeki alan mayınlanmıştır. Mayınlanmış alanların onlarca yıldır tarımsal amaçla kullanılmaması, bu toprakların çok verimli olmasını beraberinde getirmiştir. Bu nedenle son yıllarda mayınlı arazilerin temizlenerek devlet –özel sermaye tekellerine bağlı olarak organik tarıma açılması gündemdedir.
Tarım ve hayvancılık alanında Fethullah-AKP iktidarı döneminde getirilen teşvikler ve yatırım olanakları da tamamen bu güçlerin tekellerindedir. Örneğin Kürdistan’da son yıllarda yaygınlaştırılan seracılık projeleri devşirme-Kürt asıllı Tarım Bakanı Mehdi Eker’in denetimindedir. Konuyla ilgili bir kaç örnek vermek gerekirse;
Yahudi sermayesi, Avrupa ve ABD şirketleri ile TC iktidar güçlerine yakın şirketler Kürdistan’daki verimli ve geniş arazileri hibe fiyatına satın almışlardır. Bunları ileride kullanmak üzere hazırlık yapmaktadırlar. Riha, Meledî, Semsûr, Dîlok, Mardîn ve daha birçok alanda binlerce dekar arazi bu şekilde satın alınmıştır. Sadece GAP kapsamına giren toprakların yüzde 30’dan fazlası, Yahudi şirketleri tarafından satın alınmıştır. 2010 yılında Koç Grubu ile Ata Grubu, Adıyaman‘da, Türkiye’deki en büyük besi çiftliğini kurdular. Toplam sermayesi 22 milyon doları bulan çiftlik Yahudi ortaklığı ve mühendisliğiyle çalışmaktadır. Faaliyet alanı sadece hayvan yetiştiriciliği ile sınırlı değildir. Yem için gerekli bitkisel üretim ve işletmeciliği de kapsıyor. Asıl olarak da bölgede hayvancılıkla uğraşan köylülerle ‘anlaşmalı çiftçilik’ temelinde ilişki kurarak bölge hayvancılığının tümüyle denetim altına alınıp merkezileştirilmesini hedeflemektedir.

g-Ticaret:
Kürdistan’ın Türkiye kapitalist pazarına bağımlılığı ticarette de bağımlılığı getirir. Kürdistan’daki ticarette devlet ve özel sermaye tekelleri egemendir. Yüksek vergi ve gümrükler de bu duruma eklenince, halk ancak çareyi kaçakçılıkta bulur. Devlet sınırlarına yakın bölgelerde kaçakçılık temel geçim kaynaklarından biri haline gelir. Bu durumda kaçakçılık yapan Kürtler devlet tarafından büyük paralarla, hapisle, yargısız infazlar ve mayınlarla cezalandırılırlar. 2011 yılının sonunda Roboski’de görüldüğü toplu olarak kıyımdan geçirilirler. Kaçakçılık faaliyetinin en ağır zorlukları ve riskleri yanında en az kazanç Kürtlerin payına düşer. En az risk ve en fazla kazanç ise devlet ve özel sermayenin olur.

h-Sanayi Sektörü (Sanayileşme)
TC Kürdistan’da sanayiye dayalı üretimin gerçekleştirilmesini kendi varlığı ve çıkarları açısından zararlı görmüştür. Kürdistan’da yatırımların ve sanayinin gelişmesinin yol açabileceği sonuçlardan korkan TC 1950’li yıllardan itibaren zorunlu bazı küçük yatırımları gerçekleştirmiştir. Ancak 1980’li yıllara doğru bu işletmeler de işlevsiz bırakılmıştır. 1990’lı yıllardan itibaren ise bir TSK tekeli olan OYAK, Kürdistan’daki ekonomik alana el atmıştır. 2000’li yıllardan itibaren de Fethullah-AKP iktidarına bağlı sermaye güçleri işbirlikçi Kürt sermayedarlarla birlikte Kürdistan’da sanayi alanında egemenliklerini kurmuşlardır.

i-Maden ve Enerji Alanı
TC sınırları içinde tür ve miktar olarak en önemli enerji kaynakları ve madenler Kürdistan’dadır. Bununla birlikte Ortadoğu’nun en önemli iki nehri olan Dicle ve Fırat nehirleri Kürdistan’dan doğup büyük kısmı yine Kürdistan sınırları içindedir. TC bu zenginliğe de el koymak ve talan etmek için kuruluşundan günümüze kadar sistematik, planlı, sürekli, zaman ve mekâna göre uyarlanmış politikalar yürütmektedir. Kürdistan’da çıkan madenler doğrudan ve yarı işlenerek Türkiye’de kurulmuş fabrikalara gönderilir. Bir kısmı da ham olarak ihraç edilir.
Kürdistan’da işletilen maden kaynakları:
Divriği (demir), Afşin-Elbistan (linyit), Hekimhan-Hasançelebi (demir), Keban (simli kurşun), Kemaliye, Maden, Ergani (bakır), Guleman (krom), Aşkale (linyit), mazıdağı (fosfat), Şırnak-Silopi (kömür/linyit). Dersim ve Hakkâri ( altın )
1940‘ta Sêrt’in Raman Dağı’nda bulunan ilk petrolden sonra aramalar artar. Sêrt, Amed, Mardin, Semsûr ve Hakkâri’de bulunan petrol rezervleri Türkiye genelinin yüzde 90’ına tekabül eder.
 
j-Ekonomik Soykırım Kapsamına Giren Devletin Diğer Faaliyetleri:
Mikro kredi: 2000’li yılların ortalarından itibaren Kürdistan’da devreye giren mikro kredi uygulaması esasta bireysel girişimleri kapitalist ekonomiye entegre etmeye dönüktür.
Fak-Fuk-Fon: Cüzi miktarda aylık para yardımı ve yeşil kart uygulamasını içermektedir. 1990’lı yıllardan hayata geçirilen bu politika, devlete bağımlılığı artırmaya dönük olup verilen yardımlar da şantaj unsuru olarak kullanılmaktadır.
Yardım dernekleri: Daha önce devlete bağlı olan yardım kuruluşları 2000’li yıllarla birlikte özelleşerek hızla artmıştır. Kürdistan’da ekonominin çökertilmesine bağlı olarak ortaya çıkan yoksunlaşma-yoksullaşmanın istismarı üzerine kurulan ve faaliyet yürüten onlarca dernek devlet tarafından doğrudan veya dolaylı desteklenerek inkâr-imha-asimilasyon politikalarının başarısı için çalışmaktadırlar.

2-En Büyük Soykırım Planı: GAP

1936 yılında başlayan konuyla ilgili çalışmalar, 1977 yılında GAP adıyla konsept bir projeye dönüştürülmüştür. GAP’ın koordinasyonu ve yürütülmesi son olarak 6 Kasım 1989 tarihinde kurulan GAP Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı’na verilmiştir.
TC Semsûr, Êlih, Amed, Dîlok, Kilis, Mêrdîn, Sêrt, Riha ve Şırnex illerinin kapsadığı alanı "GAP Bölgesi" olarak tanımlanmaktadır. Güneyde Suriye, güneydoğuda ise Irak'la sınırı bulunan bu bölgenin yüzölçümü 75.358 kilometrekare olup TC toplam yüzölçümünün %9,7’sini oluşturmaktadır. Türkiye'de sulanabilir 8.5 milyon hektar arazinin %20'si, Aşağı Fırat ve Dicle Havzalarındaki geniş ovalardan oluşan GAP Bölgesi'nde yer almaktadır. Bölge’nin zengin su kaynaklarını (Fırat ve Dicle nehirleri) sulama ve enerji üretimi amacıyla değerlendirmek üzere 13 büyük proje oluşturulmuştur. Bu projelerin 7’si Fırat, 6’sı ise Dicle Havzası’nda yer almaktadır. Projeler tamamlandığında, 22 baraj ve 19 hidroelektrik santral inşa edilmiş olacak, 7485 MW kurulu güç ile yılda 27 milyar kWh enerji üretilecek ve DSİ tarafından yaklaşık 1,7 milyon hektar brüt alanda sulama yapılacaktır.
Daha sonra GAP kapsamına alınan Munzur Projesi’nde de toplam altı baraj ve sekiz HES vardır.

GAP Kürdistan İçin Gerçekte Ne Anlama Geliyor?
Türkiye'nin en büyük, dünyanın ise 8'inci büyük projesi olan GAP’ın 32 milyar dolarlık maliyeti hesaplanırsa, devlet ve özel sermaye açısından getireceği kârın ( talan ) boyutları anlaşılabilir.
Dicle-Fırat ve en son Munzur suyunun eklenmesiyle de Kürdistan’daki tüm nehirler devlet tekeline alınmaktadır. Kürdistan’da su kaynakları ve toprakla bağlantılı olan ve kâr getirecek hangi kaynak varsa el konulup talan edilmektedir. Sadece arazi olarak bile bakılsa 75.358 kilometrekare olan alanı TC yüzölçümünün %9,7’sini; tüm Kürdistan yüzölçümünün de yaklaşık %15’ini kapsamaktadır. Türkiye'de sulanabilir 8,5 milyon hektar arazinin %20'si bu proje kapsamındadır. Sadece GAP kapsamındaki arazi ve su kaynaklarının genişliği bile düşünülse, soykırımın ne kadar büyük bir ekonomik talana yol açtığı anlaşılabilir. Ayrıca GAP kapsamında yapılacak 40 civarındaki barajın suları altında yüzlerce köy kalacaktır. Köyleri boşaltılan bu insanların ekonomik faaliyet yürütme imkânları kalmayacağından yoksullaşarak ucuz işçi-işsiz durumuna düşeceklerdir. Zaten devletin diğer uygulamalarıyla çökme noktasına gelen tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomi, tümden çökertilecektir. Ortalama ömürleri 40-50 yıl olan barajların göl alanlarının kurumasıyla toprak tuzlanacak ve tarımsal özelliğini tümden yitirecektir. Kürdistan’daki yerleşim yerleri arasındaki ulaşım olanaklarının zorlaşmasına paralel olarak ekonomik alandaki yıkım daha da derinleşecektir. GAP’ın getireceği muazzam maddi kazanç devlet-iktidar güçleri, Türk ve Avrupalı şirketler ve başta ağalar olmak üzere Kürt işbirlikçilerden oluşan ittifak arasında paylaşılacaktır. Bu sermaye birikimleriyle daha fazla sömürü ve yıkımların yolu açılacaktır. Çokça bahsedilen tazminat ve istihdam olanakları da hem çok abartmalı hem de daha fazla köleleştirmekten başka bir sonuca yol açmayacaktır. Dikkat edilirse bu projenin merkezi alanlarından biri olan Riha’da egemen olan aşiretlerin temeli işbirlikçilik, koruculuk ve ağalık kurumuna dayanmaktadır. GAP’ın doğrudan ekonomik soykırımla ilgili faaliyetleri sulama, hidroelektrik, enerji, tarım, kırsal ve kentsel altyapı, ormancılık, eğitim ve sağlık gibi sektörleri kapsadığından, bu alanlarla ilgili ekonomik faaliyetler de sakatlanacak ve kaynaklar kurutulacaktır.
GAP’la bağlantılı birçok ekonomik soykırım projesi de vardır. Ancak yerimiz sınırlı olduğundan sadece Ceylanpınar Devlet Tarım İşletmesi örneğini verelim: 1943 yılında kurulmuş olan bu işletme devletin tarım üzerindeki tekelini gösteren en önemli örneklerdendir. Esasta çok geniş ve verimli arazilerde endüstriyalist tarım yaparak büyük talan gerçekleştirmektedir. Türkiye'deki tarım işletmeleri içerisinde en büyük araziye sahiptir. Tarla arazisi 983 bin 241 dekar, bahçe arazisi 46 bin 208, mera arazisi 481 bin 80, tarım dışı arazi 241 bin 629 olmak üzere toplam 1 milyon 761 bin 629 dekardır. Yılda ortalama 170 bin 120 ton buğday yanı sıra, 55 bin ton hububat, 1500 ton fiğ, 60 bin ton yonca, 20 bin aşılı Antep Fıstığı ve badem fidanı ile 5 bin baş damızlık koyun, 250 baş sığır üretilip satılmaktadır.