KÜLTÜREL DİRENİŞ -II
02 Tebax 2012 Pêncşem
Demokratik modernite bir ütopya ya da geçmişte yaşanmış bir şey değildir. Bütün uygarlık tarihi boyunca kendi tarihini ve varlığını sürdürerek bugünlere dek gelen insanlığın toplumsallık değerlerinin yaşam kaynağıdır. İnsanlığın tarihidir
Abdullah ÖCALAN Sosyal Bilimler Akademisi
Sistem İçinde Kendisine Özgürlük Ve Özgünlük Aramak Gaflettir
Kültürel soykırım kendi olmaktan zihnen vazgeçiş durumuna düşürülmedir. Bu aynı zamanda varlık sorununa delalettir. Varlığı kabul edilmeyenin, görülmeyenin ve yok sayılanın özgürlüğü elbette ki olamaz. Bundandır ki var olmak ile özgürlük sorununu iç içe yürütme uğraşı Kürtler için temel olmuştur. Kendisi olma ve özgür yaşam mücadelesinin ağır bedeller karşılığında Kürt toplumunda yer edinmesi, kapitalist modernist güçler ve onların Ortadoğu’daki ajanları konumundaki iktidarların Kürt varlığı konusundaki inkârcı tutumlarında bir gevşeme ortaya çıkarmıştır. Buna karşın sahte Kürt ulus devletçi oluşumlara fırsat verilmektedir. Gerçekte bu durum ‘liberal Kürtler’ safsatasını öne çıkararak Kürtlerin direniş ve özgür yaşam arayış ve mücadeleleri önüne bir başka set koymayı amaçlamaktadır. Aslında yaşanan ve yaşatılmak istenen kültürel soykırımın daha derinlikli ve incelikli yürütülmesine yeni olanaklar sağlamaktır. Evrensel kültürel soykırım politikası, kapitalist modernite çağında kimlik kazanmıştır. Tarihin hiçbir döneminde kapitalist modernite dönemindeki kadar kültürel ve fiziki soykırımların uygulandığına tanık olunmamıştır. Kapitalist modernitenin azami kâr, endüstriyalizm ve ulus devletçiliği kültürel soykırımın hegomonik tarzda kurumsallaştırılmasından geçmektedir. Kapitalist modernite halkların yapısallıklarını, anlamsallıklarını ezme temelinde ancak kendisini hegomonik dünya gücü yapmaktadır. Bunun için de dünyanın her yerinde kendisine bağlı işbirlikçi ajan iktidarları, kurum ve çalışmaları var gücüyle desteklemeyi önüne koymaktadır. Bu konuda kendi hegemonyası içinde en ufak bir boşluğa yer vermemektedir. Sistemin boşlukları diye sanılanlar ise yazboz sistemine dayanan tepeden bakışın denetiminde, erimeye-eritilmeye olanak sunmaktır. Yine aynı şekilde direnen güçler içinde de kendisini örgütlemenin her türlü çalışmasını ve finansmanını sağlamaktadır. Emperyal kültürü halkların özgünlüğünü ve farklılıklarını temsil eden toplumsal kültürlerin üzerinde en ince yol ve yöntemlerle en başta da edebiyat, sanat ve basın alanında hakim kılmaya çalışmaktadır. Tüm beğeniler, uluslararası ödül, festival ve yarışmalar, destek ve referanslar tekele alınmıştır. Bu anlamda korkunç bir tekelleşme kurulmuştur.
Yaşamın tüm alanlarında sosyal, siyasal, ekonomik, diplomatik ve kültürel alanda küresel çapta bir tekelleşme ile halklar çaresiz kılınmaya, sisteme ek olmaya, entegreye, uzantıya, yabancılaşmaya ve kendinden kaçışa sevk edilmektedir. Bu bağlamda sistem beğenilerin, özlemlerin, umutların, hayallerin ve insani olan tüm hallerin güzergâh adresi olmak demagojik bir söylemle ve psikolojik bir uğraşla yoğun çabalamaktadır.
Hegemonik güçler halkların özgürlük eğilimlerine küresel çapta hukuki yasaklamalar, yüksek askeri teknolojiler desteğinde küresel terörizm uygulamaktadır. Bu dünyada küresel hegemonya için küresel terörizm uygulayan sadece kapitalist modernite güçleridir. Bu güçlerin kültürel alanda ezip geçtiği, halka ait her türden kültürel dinamiği içten çürüterek yok eden kaynakları tüm boyutlarıyla devreye koydukları da bilinmektedir. Çürütme kapitalist modernitenin acımasız yöntemlerindendir. Acımasızdır, çünkü azami kâr hırsı bağrında faşist eğilimleri taşır. Halkların özgür yaşam mücadeleleri karşısında bir insanın testereyle doğranması nasıl ki bir canilik ise, insanların ağır teknoloji silahlarıyla imha edilmeleri, sistemin ruhsal cinnet halinde olmasını gerektirir. Cinnet hali başarmanın değil bir türlü başaramamanın, ayağının altındaki toprağın giderek kaymasının, ve kendi kendisini yiyip bitirmenin dayanılmazlığında olma halidir. Kapitalist modernite döneminde toplumlarda ortaya çıkan tüm psiko-sosyal, kültürel bozukluk ve hastalıklar sistemin kendisinde yaşananın yayılmasıdır. Dünya sinemalarındaki cinnet sahneleri, senarist dünyasının çözümsüzlüğünün birer yansımasıdır. Polisiye filmleri de bu çerçevede ele alabiliriz. Sisteme dair her şey, en eleştirel olanı da dahil ‘sonuçta dünya hali budur’ kaderciliğini kanıksatmaktadır. İşte kültürel soykırımın en tehlikeli yanı, bu alandaki kurumlaşmalarda sistemin kendisini birinci el bilirkişi, en iyi bilen, en doğru ve kıstas koyucu görmesinin insanlarca kabul görmesidir. Kendi olmaktan zihinsel olarak kopuş, yitme hali budur. Bu en tehlikeli ve acı haldir. Sistemin yanlış gördüğü yanlıştır. Sistemin geri ve ilkel gördüğü de öyledir. Sanat ve edebiyat tüm yazın sahası, bu girdabın içinde kıvrandırılmaktadır. Devrimci bir tezin hazırlanılması; yüzlerce bilim adamı kisveli, sanatçı kılıklı, yazar pozlu kişiliklerin resmi açıklamalarına maruz kalınması anlamına gelir. Çünkü devletçi resmiyet onay ve hakikat belirleme makamıdır. Ötesinin meşruiyeti yoktur. Kapitalist modernite artık sadece istihbari ajanlar yetiştirmiyor. Sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, sanatsal, bilimsel vb her alanda ajanlarını hazırlamaktadır. Zaten bir kısmının özel maaş almasına gerek bile kalmadan, zihinsel olarak kapitalist modernitenin yayıcılığını ve savunuculuğunu yaptığı bir diğer gerçektir. Bu konuda en zavallı portreler, ezilen halkların bünyesinde olup da direnme gücü kalmamış kişiliklerdir ki, bunların yaptığı sadece yaranmaktır. Kapitalist modernitenin dünyasında istediğin kadar muhalefet edebilirsin. Ancak bir şartla: Yanlış hayat içinde kalıp doğruları ve eleştirileri yapmak… Çünkü sistem için bir think-thank elemanısın. Hem de maaşsız. İşte kapitalist modernitenin liberalizm dediğinin ve özgürlük olarak lanse ettiğinin arka planı budur. Bu tipler örnek verilerek sistem kendisinin özgürlükçülüğünün, demokratlığının propagandasını yapmıyor, bunu onlara bedavadan yaptırıyor. İşte liberalizm hilesinin direniş karşısındaki tuzağı…
Direnmek, İnşa Etmek Anı Anına Yaşamaktır
Kapitalist modernite eski uygarlığın son demleri olarak belirlenir. Eski uygarlık kendi içinde zor ve sömürü aygıtlarıyla var olur. Olmuştur. Sadece bağrında geliştiği toplumu zor ve sömürüyle eritip yutmadı; birinci doğa ile var olan ekolojik-simbiyotik ilişkiyi yıkıp, onu sömürerek tüketmenin eşiğine getirdi. Mevcut durumda hem birinci doğa hem de ikinci doğa tarihlerinin en buhranlı, sorunlu, zorlanan dönemlerini yaşamaktadır. Önünün alınmaması halinde daha fazla toplumsal, doğasal felaketlerin gerçekleşmesi de kaçınılmazdır. Sınıf, kent, devletleşme mevcut durumda toplumsal kanser kaynağına dönüşmüştür. Doğa ve çevre yıkımları, nükleer silahlanmadaki artış, işsizliğin büyümesi, tüketim toplumu, nüfus artışları, biyolojik kanserler, cinsel hastalıklar ve gittikçe artan fiziksel-kültürel soykırımlar buna delalettir. Bu vesileyle eski uygarlığın çöküşü insanlığın çöküşü değildir. Aksine demokratik modernite/demokratik uygarlık yolunun alternatif olmasıdır.
Demokratik modernite bir ütopya ya da geçmişte yaşanmış bir şey değildir. Bütün uygarlık tarihi boyunca kendi tarihini ve varlığını sürdürerek bugünlere dek gelen insanlığın toplumsallık değerlerinin yaşam kaynağıdır. İnsanlığın tarihidir.
“Toros-Zagros dağ silsilesinin dorukları ve etekleri bu uygarlık tanrısallığının mayalandığı alanlardı. Neolitik toplumun bağrında ama ağacın kurdu misali onu yiyerek varlık kazanıyordu. Mezopotamya ovalarındaki kent, sınıf ve devlet örgütlenmesi onun gerçek gençlik ve olgunluk çağıydı. Batı Avrupa uygarlığı ise onun ihtiyarlık ve ölüm çağı oldu.
Vatan olarak Kürdistan ve toplum olarak Kürtler, kendi toprakları ve toplumlarının bağrında doğan ve gelişen bu tanrısallığın ölüm çağında en kahredici azaplarını çekmektedir. Kapitalist modernite unsurlarını uygarlık tanrısının ihtiyarlık ve ölüm çağındaki halleri olarak yorumladığımızda, gerçeklik daha da somutlaşır. Öznellik olarak kapitalist modernite ile nesnellik olarak Kürt ve Kürdistan gerçekliği, dünyanın hiçbir alanında görülmeyen bir boğuşmayı yaşamaktadır. Birçok büyük devrimde olduğu gibi adeta bütün tarih bir kez daha dirilmiş, bütün hünerleriyle savaşır gibidir. Bu savaşla birlikte yıkılan, çözülen sadece ulus-devlet, azami kâr kanunu ve endüstriyalizm sacayakları ve ‘sêla sor’ değildir; özne-nesne ayrımı da yıkılmaktadır. Devrimin özetinin özeti bu kavram parçalanmasının ortadan kalkmasında yatmaktadır. Özne-nesne ideolojisinin yükselişi, katılaşması (dogmatikleşme) ve çözülüşü, en azından beş bin yılı aşan çok kanlı ve sömürgen bir sistem pahasına gerçekleşti. Bu sistem insanlık üzerinde tam bir kâbus rolünü oynadı. İnsanlık bu kâbustan yeni yeni uyanmaktadır. Özgür vatan ve insan olarak Kürdistan ve Kürtlerin bu uyanış hareketi umut vermektedir.”
Kürtlerin özgür yaşam ve hakikat arayışları sadece direnişleri geliştirmekle tek başına çözüm olmaz. Bu uyanış hareketinin mutlak surette yaşamsallaşması için inşa çalışmalarının sabırla ve ustaca yürütülmesi gerekir.
İnşa çalışmalarında öne çıkacak olan hususları şöyle özetleyebiliriz,
“Birincisi, zihinsel boyuttur. Kendi dil, kültür, tarih, ekonomi ve nüfus yoğunlaşmalarını ihmal etmeden, bu temel alanlara ilişkin bilinçli hallerini ortak dayanışma duygusuyla birleştiren zihinsel dünyayı (ORTAK ZİHNİYET DÜNYASI) paylaşanların varlık boyutlarından bahsediyoruz. Bu boyutta temel kıstas, farklılıklara dayanan eşit ve özgür bir dünya hayalini, projesini zihinsel olarak paylaşmaktır. Bu zihniyet dünyasına özgür bireylerin komünal dünyası veya ütopyası da diyebiliriz. Mühim olan farklılıkları reddetmeyen bir eşitlik ve özgürlük zihniyetini kamusal alanda, toplumun ahlâki ve politik dünyasında SÜREKLİ yaşatmaktır. YİRMİ DÖRT SAAT DEMOKRATİK ZİHNİYETLE YAŞAMAKTIR. İkinci boyut, zihniyet dünyasının dayanacağı bedendir. Bedenle kastedilen, toplumsal varoluşun zihniyet dünyasına göre yeniden düzenlenmesidir. Ortaklaşa paylaşılan ulus zihniyeti dünyasına göre toplum nasıl yeniden düzenlenecektir? Bedensel varoluşuna hangi mimariyi uygulayacaktır? Kısacası geçmişten, gelenekten geriye kalan ve kapitalist modernitenin kendi amaçlarına göre son derece hastalıklı, krizli, baskılı ve sömürülü (Buna kültürel soykırıma varan uygulamaları da eklemek gerekir) olarak düzenlediği veya düzensizleştirdiği toplumsal doğanın ve çevresinin yeniden düzenlenmesi bedensel boyutu tanımlar.
Zihinsel boyut, ulus olmak isteyen birey ve toplulukların düşünce ve hayal dünyasını ve dayanışma duygusunu ilgilendirdiğinden, sınırlı bir düzenlenmeyi gerektirir. Bunun için bilim, felsefe ve sanat (din de dahil) eğitimini geliştirmek ve bu amaçla okullar açmak başta gelen pratik çalışmalardır; ulus olmaya ilişkin zihniyet ve duygu eğitimi görevleridir. Tarihsel-toplumsal varlığa ilişkin olduğu kadar şimdiyi, çağla ilişkili toplumsal kültürü bilince çıkarmak, doğru, iyi ve güzel olan yönlerini ortak düşünce ve duygular halinde paylaşmak esastır.
Kürtleri kendi varoluşlarına ilişkin ortaklaşa paylaşılan İYİ, DOĞRU VE GÜZEL düşünce ve duygu dünyasında bir ulus olarak tasarlamaktır. Diğer bir deyişle bilimsel, felsefi ve sanatsal devrimle Kürtlerin uluslaşmasını, bu uluslaşmanın temel zihniyet ve duygu dünyasını yaratmaktır; Kürt gerçeğinin bilimsel, felsefi (ideolojik) ve sanatsal hakikatinin açıklanmasını özgürce paylaşmaktır. Bunun yolu öz düşünmek ve öz eğitilmektir, iyiyi paylaşmak ve güzel yaşamaktır. Zihinsel boyutta egemen ulus-devletlerden yerine getirilmesi talep edilebilecek temel husus, düşünce ve ifade özgürlüğüne tam bağlılıktır. Ulus-devletler Kürtlerle ortak normlar altında yaşamak istiyorlarsa, Kürtlerin kendi zihniyet ve duygu dünyalarını oluşturmaları ve kendilerini farklılıkları temelinde ulusal bir toplum haline getirmeleri için gerekli olan düşünce ve ifade özgürlüğünü anayasal güvenceye kavuşturarak tam bağlılık göstermeyi bilmelidirler. Ortak ulus teşkil etmenin yolu düşünce ve ifade özgürlüğüne tam bağlılıktan geçer.
Komünü yaşamın tüm alanlarına, eğitsel, kültürel, sanatsal ve bilimsel alana taşımak mümkün olduğu gibi, sosyal ve politik yaşamı da hem komünleştirmek hem de demokratikleştirmek mümkündür.
En iyisi, an’ı geçmişsiz ve geleceksiz yaşamamaktır. Bilgece yaşam, geçmişin ve geleceğin an’da özgürce dile gelip yaşanmasıdır. Kapitalist modernitenin ve onun köleleştirici kültürünün temelinde insanı geçmişsiz ve geleceksiz kılarak, an’ın hayvanca tüketicisi haline getirme vardır. Kapitalist bireyciliğin bu hayvanlaştırıcı yaşam kültürüne karşı demokratik modernite bireyi, altın çağlı geçmiş özlemiyle ütopyalı gelecek umudunu an’ın demokratik komünal topluluklarında birleştirip, çalışmayı özgürlük sayarak alternatif olmayı başarmak durumundadır
Demokratik modernitenin zihniyet alanlarına yönelik eleştirileri sadece bu alanlardaki dogmatizmi çözmekle sınırlı kalmaz. Bilim, felsefe ve sanatın toplumdaki rollerini layıkıyla oynayabilmelerinin yolunu da açar. Demokratik modernitenin kendisi de ancak kapitalist modernitenin bilimsel, felsefi ve sanatsal açıdan eleştirisi ile kuramlaşır; kendi kavramsal araçlarını geliştirir. Kapitalist modernitenin üniversite ve akademi dünyasındaki bunalımını özgür üniversite ve toplumun her alanına ilişkin akademik kurumların inşasıyla çözmeye çalışır. Sistemin ideolojik hegemonyası çözüldükçe, demokratik modernite zihniyetinin önü açılmış olur. Bu ise demokratik modernitenin yeniden inşasına yol açar.
Kapitalist modernitenin sadece ekonomik, sosyal ve politik bunalımını yapısal olarak yaşamıyoruz; beraberinde köklü bir hakikat bunalımını da yaşıyoruz. İnsanlığın gelişmesi hep hakikat algısındaki gelişmelerle birlikte olmuştur. Hakikat algısını sanallaştıran kapitalizm, insanlık tarihinde en kötü, çirkin ve yanlış yaşamın yolunu açmıştır. Yanlış yaşam yolunda DOĞRU yaşanmaz. Kötü ve çirkin yaşam yolunda da İYİ ve GÜZEL yaşanmaz. Yaşam için krizler ve savaşlardan da daha ağır bir felaket, hakikat algısından köklü kopuşlara yol açan sanal yaşam kutularına kölece bağlanmadır; çoktan çizilmiş yanlış, çirkin ve kötü yolda yaşamadır. Genelde modernite, özelde demokratik modernite tartışmaları hakikat algımızı yeniden geliştirebilir. Yanlış, çirkin ve kötü yollarda heba olan yaşamlardan kopup doğru, güzel ve iyi yaşam yollarına yönelebiliriz. Bunun için demokratik modernitenin zihniyet devrimiyle, toplumsallaşan felsefe, sanat ve bilim yoluyla hakikat algımızı güçlendirip doğru, iyi ve güzel yaşamı gerçekleştirebiliriz.
Özlemlerin ve umutların sınırı olmadığı gibi, gerçekleştirilmesi için bireyin kendisinden başka önünde ciddi bir engel de yoktur. Yeter ki biraz toplumsal namus, biraz da aşk ve akıl olsun!”