YOLDAŞLIK SEVİNCİ
18 Tebax 2012 Şemî
Kanayan özlem yaralarına derman olan sensin, her türden uzaklığa, yalnızlığa çare sen. Şimdi ağlamak zifiri, dolunaysız gecelerden yana ama yoldaşlık sevinci dağ doruklarında, güneşli, güler yüzlü zamanlardan yana…
‘Anlamak özgürlüktür’ demişti bilge insan. Anlamın özüne ulaşmamış her birey kendi dumanlı yaşayışında bocalamaktan öteye gidemeyecekti. Daha anlamın güzelliğini yakalayamadan, birilerini anlama çabasına girişenler var tabi. Beninde yarattığı yanılsamalarla, hep bir şeyler eksik halde yarınlar yaratmak isteyenlerdi onlar. Anlamadan kendini insanın, bir başkasını anlaması ne kadar gerçekçi olabilirdi ki! Anladığını sansa da ne kadar samimi olurdu?
En önemli şey insanın kendini ne olarak gördüğüydü. Kendini tanımanın, içinde birikmiş nice anlamsızlığı anlamlandırmanın bir yanıydı. Kendin olmak! Kendini bilmek! Sırf birileri istedi diye değil, böyle olması gerektiği için, ihtiyaçlara cevap olmak için, özgür yaşam yolunda bir yolcu olduğunun farkına varmak için… Kendi beninin farkına vardıkça birey yaşamı doğru temelde anlamlandırabilir.
Şimdi bir anlamsızlığın pençelerinden ağır yaralı halde kurtulmuş utangaç bir hüzün var etrafımda dolanan. Anladım dediğim anda, anlamsızlığın soğuk sureti karşılamıştı beni uzak gecelerin şafağa evirilen bir deminde. Yoksa anlamak için sarf ettiğim çaba… Oysaki anlayamamıştım!
Saç sakal bir birine karışmış halde, usul usul uzaklaşırken yanı başımdan, yorgun bakışlarına dokunamamıştım. Nasırlı ellerini tutamamış, hoşçakal demeye sesim yetmemişti. Her şeye kadir gözleri konuşurken yüreğimle, ben direnişindeydim susmanın. Genzimde ise alev yakıcılığında bir acının ağırlığı…
Bir kaçakçının bakışları vardı yüzünde. Biraz ürkek, tedirgin, temkinli daha çok da aceleci… Öyle görünüyor ki sürgünlükleri çoktu. Ve yüreğinin sol yanında saklı tuttuğu firari sevdasını dün gibi saklı, sıcak tutuyordu. Bundandı belki de yüzünde beliren kırışıklıklar. Bir geçmişin not defteri gibiydi. Her kırışıklıkta başka hikâye, her hikâyede başka bir yolculuk ve her yolculukta başka bir ayrılık… Bir bir tutmuştu yaşam anılarını. Ürkek olsa da, gülmeler savurmuştu geceleyin aya karşı. Yorgunluğu da bundan olsa gerek.
Sevmeye inanmıştı. Sevmenin kutsallığına ulaşmıştı. Bundandı belki de; yoldaşlarına böylesine yürekten bağlanması. Suskun ve karanlık gecelerden kaçması bundandı. Yalnızlıkların bilinmezliğine kapılmamak için beraber olmanın sevinciyle gülüşünde yoldaşlarının ısıtıyordu yüreğini.
İçimden gelen, beni tetikleyip duran, dışa vurmak için fırsat kollayan türden duygulardır şu an yüreğimde titreşimler yaratan. Bu sabah çok erken, bir türkünün notalarına işledim dağların heybetini. Yoldaş olmanın bilinciyle, gereklerini yoldaşlığımın bir bir sorguya çekiyorum. Çoğu ağır yaralı halde olsa da, umudun güzelliğinde yeniden can buluyor. Biriktirdiğim nice hevesi hızla tükenmesin diye, rüzgârlara yazdırıyorum özlemlerimi. Özlemlerimin kutsallığında, hayallerime sarılıyorum. Büyüttüğüm derece hayallerimi, büyütebilirdim özgür yaşam arayışımı. Arayışlarımın büyüklüğünde tutunuyorum yoldaşın yürekleri ısıtan bakışlarına. Ve bu sabah, bakışlarımı uzayan, suskun ve dolunaysız gecelerden sıyırdım.
Kim ne derse desin, ‘anlamak özgürlüktü’. Ve şimdi anlamına ulaşmak için, kırlangıçların bahtına sığınıyorum. Ve rüzgâra karşı şaha duruyorum. Ki versin bana özlemlerini, amaçlarını, kendisi kadar içten hayallerini… Dersimlere uzanıyorum. Heybetli, asi, umut yüklü Dersim dağları! Söyleyin! diyorum. Neydi O’nu size bu kadar bağlayan? Yıllar önce yaralanmış yüreğine aşk tadında bir sevda büyüten neydi? Munzur’un akışına bırakıyorum tere bulanmış bedenimi. O ilk, bir tas suyu yudumladığı anı duyumsamak ve bu ana şahitlik etmek için kana kana içiyorum. Sonra aynı kırlangıcın kanatlarında Kandil’e doğru yol alıyorum. Onur savaşımının yerleşik mekânı, binlerce yiğidin al kanıyla topraklarını sulayan, her karışında farklı bir hikâye barındıran Kandil… Nice can bağrına basmıştın. Ama bakışlarında ilk kucakladığının sende yarattığı gurur, en son karşıladığın canın sende yarattığı utangaçlık var. Bir an olsun gözlerini kırpmadan hayallerinin randevusuna yetişme sevinciyle bedenlerini siper ettiler sana. Sırf sen yaralanmayasın, sen incinmeyesin diye. Şimdi söyle Kandil! Son anlarında dilinden dökülüp de, yüreğinin derinliklerine fısıldadığı şey neydi? O gülen gözlerinde yorgunluk var mıydı? ‘Dolunaylı bir geceydi’ dediler bana, doğru mu Kandil? Çok önceleri dolunaysız, suskun gecelere küsmüştü. Güneşin gülen gözlerinde ısıtmak için bedenini, büyütmek için gülüşünü hep en yükseklerinde bulunurdu tepelerinin.
Zamanın bu anında dağlara sığınıyorum. Rüzgârları da alıp yanı başıma, usul usul uzaklaşan bulutların gövdesine iliştiriyorum çocuksu bakışlarını. Ne de olsa dağlardı her türden derdimize derman olacak, bağrına basıp, ana şefkatiyle yarınlara ulaştıracak olan. Şimdilerde sessizce anıyorum seni, senli sevinçlerimi, seninle anlam kazanmış gülüşlerimi… Ne zaman ki Temmuzun sıcak ve hafif rüzgârlı uzayan gecelerinde dolunay doğsa seni buluyorum yanımda. Ne zaman ki dağların her hangi bir yerinde rüzgâr dokunursa tenime, senli anılarımla kutsuyorum gülüşümü. Kazananı, kaybedeni var mıydı bu yaşamın bilmiyorum! Ama hayallerine yakınlaşmanın verdiği coşkunlukla sen kazandın, biz de amaçlarının, sonsuza evirilen hayallerinin tablosunda yer edinmeye çalışan bir arayışın yürüyüşçüsüyüz hala.
Sen ey büyük umut! Bir sen terk etmedin ışıl ışıl parıldayan çocuk gülüşleri. Ve büyük özlem gecelerinin en tenha yanında hep sen olacaksın. Kanayan özlem yaralarına derman olan sensin, her türden uzaklığa, yalnızlığa çare sen. Şimdi ağlamak zifiri, dolunaysız gecelerden yana ama yoldaşlık sevinci dağ doruklarında, güneşli, güler yüzlü zamanlardan yana…