EKONOMİK ÖZ-SAVUNMA
13 Îlon 2012 Pêncşem
Ekonomik soykırımın diğer soykırım türleriyle iç içe ve en ağır sonuçlara yol açacak biçimde uygulanması en bariz biçimde Kürdistan’da görülür.
Hesen GERDÛN
Ekonomiyle ilgili olarak “mal canın yongasıdır”, “cana gelmesin de mala gelirse gelsin, mal: gelir ama can gelmez” gibi birçok halk deyişi vardır. Bu söylemler, insan yaşamının maddi değerden daha önemli olduğunu vurgularlar. Mal, aslında maddi kültür değerinin metalaştırılmış, mülkleştirilmiş, bireyin tasarrufuna alınmış halidir. Maddi kültür değerini gasp eden güç onu toplumdan ve doğadan kopararak kendi mülkü-malı haline getirir. Mallaştırma, bir diğer anlamda ekonomik alan üzerinde gerçekleştirilen gaspı meşrulaştırma yöntemidir. Zihniyet ve hafıza çarpıtmasının bir sonucu olarak mal-para ile ekonomi sıklıkla karıştırılır. Hâlbuki mallaştırma ile ekonomi birbiriyle ters orantılıdırlar. Bu gerçeklik doğru okunamazsa ekonomik alan-faaliyet ve değerlere yönelik saldırı ve tehditler görmezden gelinir; hatta onun da ötesinde bilinçli veya bilinçsiz biçimde ekonomik soykırıma destek sunulur. Genel olarak devletçi uygarlık güçlerinin en ağır sonuçlara yol açan yöntemlerinden biri de toplum üzerinde uyguladığı ekonomik soykırımı bizzat onun eliyle gerçekleştirmesidir. Toplumun hafızasızlaştırılması, zihniyetinin çarpıtılması, bilinçsizleştirilmesi ve örgütselliğinin dağıtılması onun bu hale düşürülmesinin en önemli kaynağıdır. Ekonomik alanı gaspedilen toplum, toplum olamayacağı gibi manevi kültür, siyaset, eğitim, sağlık gibi diğer tüm alanlarının da işgal edilmesinin yolu açılır. “tüm sorunların kaynağı ekonomik sorundur” iddiası bu açıdan bakıldığında doğrudur. Ekonomik soykırımın diğer soykırım türleriyle iç içe ve en ağır sonuçlara yol açacak biçimde uygulanması en bariz biçimde Kürdistan’da görülür. Devletçi uygarlık güçlerinin beş bin yıl boyunca sürdürdükleri saldırılar karşısında Kürdistan toplumu sürekli bir direniş içinde olmuş; varlığını, özgürlüğünü ve kendi olmanın diğer koşullarını cılız da olsa koruyabilmiştir. Ancak devletçi uygarlığın son temsilcisi olan kapitalist modernite gerek doğrudan ve açık olarak kendi uygulamalarıyla ve gerekse de Ortadoğu’da kurduğu işbirlikçi ulus-devletler eliyle Kürdistan ülkesi, toplumu ve kültürü üzerinde soykırım rejimi ve politikalarını egemen kılmış. Kürdistan toplumu, kendilik ( varlık olma hali ) olmanın zihniyet ve yapılanmasına sahip olmak bir yana, varlığını tartışamayacak kadar bile işgal edilmiş ve kendisi olmaktan çıkarılmış bir yığına dönüştürülmüştür. Tarım devriminin ana yurdu ve toplumsal hafızada silinmeyen cennetin gerçekleşme mekânı olan Kürdistan, kendi halkı için çöl, virane, ardına bile bakmadan kendisinden kaçılacak bir cehennem derecesine düşürülürken devletçi güçler ve onların “kürt” işbirlikçileri tarafından sınırsız bir talan kaynağı olarak görülür. Tarihsel araştırmalar ve belgeler Kürdistan halkının ilk buğdayı yetiştirdiğini, ilk köyleri ve hatta kentleri kurduğunu, ilk evleri inşa ettiğini, ilk hayvanları evcilleştirdiğini, ilk bilinçli ekonomik faaliyetleri örgütlediğini ve daha birçok ilkleri yarattığını defalarca ortaya koymuştur. Binlerce yıldır insanlığın ütopyaları ve özlemlerinin merkezi olan cennetin, tarım devrimini gerçekleştirerek mümkün olabileceğini kanıtlayan halk ve onun mensupları, sermaye ve iktidar blokları tarafından yerlerinden yurtlarından koparılır, kendi yurdunda kaçak duruma düşürülür; en ağır koşullarda, en tortu işlerde ve en ucuz çalışan; ancak buna rağmen iş bulamayan köleler olarak görülür. Her türlü baskı, işkence, katliam, asimilasyon, “terbiye” ve diğer şiddet biçimlerine maruz bırakılır. Bu durumda Kürdistan toplumunun kendi ekonomik alanını inşa etmesi ve faaliyetlerini yürütmesi bir yana, her türlü değeri elinden alınarak ekmeğe muhtaç hale getirilmiştir. Uygulanan soykırım politikalarının en yıkıcı sonuçları ekonomik alanda ortaya çıkar. Ama ne acıdır ki ekonomik soykırım, bu soykırıma maruz kalan halk tarafından pek fark edilmez ve kanıksanır. Başta toprakları olmak üzere ekonomik kaynakları, faaliyetleri ve ilişkileri üzerindeki işgal ve talan meşru ve normal karşılanır. Hatta karnını doyurma, dar bireyci-aileci maddi çıkarlar karşılığında bu soykırıma bilinçli veya bilinçsiz katkı sağlanır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu durumu şöyle ifade eder: “Ekonomik işgal, işgallerin en tehlikelisidir. Bir toplumu düşürmenin, çökertmenin ve çözmenin en barbar yöntemidir. Kürt toplumu üzerindeki ulus-devlet statülerinden çok ekonomik araçlara el koyarak, denetleyerek nefessiz hale getirilmiştir. Kendi üretim araçları ve pazarı üzerinde kontrolünü kaybettikten sonra bir toplumun yaşamını özgürce sürdürmesi mümkün değildir. Kürtler sadece üretim araçları ve ilişkileri üzerinden büyük ölçüde kontrollerini kaybetmediler; üretim, tüketim ve ticaretin de kontrolü ellerinden alındı. Daha doğrusu egemen ulus-devletlere kendi kimliklerini inkâr etme temelinde bağlandıkları oranda mal varlıklarını kullanmaları, ticarette ve sanayide rol oynamaları mümkün oldu. Ekonomik tutsaklık, kimlik inkârcılığının ve özgürlükten yoksunluğun en etkili aracı kılındı. Özellikle akarsuları ve petrol yatakları üzerinde kurulan tek taraflı işletmeler, tarihi kültürel varlıkları olduğu kadar verimli arazileri de yok etti. Siyasi ve kültürel sömürgecilikten sonra daha da yoğunlaştırılan ekonomik sömürgecilik, ölümcül darbelerin sonuncusu oldu. Sonuçta gelinen nokta “ya toplum olmaktan çık, ya öl” oldu.”
Toplumun diğer yaşamsal alanları açısından olduğu gibi ekonomik alanın da devlet veya özel sermaye güçlerine bırakılmasının hangi yıkımlara yol açtığı, günlük yaşanan örneklerle bile çok çarpıcı biçimde açığa çıkmaktadır. Böyle bir gerçek ortadayken toplumun ekonomik alanda da kendisini, kendi olmayı savunabilmesi ve demokratik-komünal ekonomiyi inşa etmesi hayati önem taşır.
Tüm soykırımların, köleleştirme ve sürüleştirmenin kaynağı olan ekonomik soykırıma karşı öz-savunma, bir toplumun varlığını sürdürmesi için başta gelen ve vazgeçilmez şarttır. Kapitalist modernitenin, özellikle günümüzdeki etkinliği düşünülürse demokratik-komünal ekonomi ve onun ifadeye kavuşmuş hali olan ekonomik özerkliğin inşasının büyük saldırılarla karşılaşacağı ortadadır. Bu gerçek karşısında ekonomik özerkliğin inşası ile ekonomik öz-savunma iç içe olmak zorundadır. Ekonomik soykırıma karşı ekonomik öz-savunma mücadelesi demokratik bilinç ve örgütlenmeye sahip, aktif duyarlılığı ve kararlılığı olan yani nomos-namusuna bağlı kalan toplumsal güçler tarafından yürütülür. Bu temelde en etkin ekonomik öz – savunma, bir yandan ekonomi üzerindeki kapitalistik işgal ve talanı etkisizleştirmek; ama diğer yandan demokratik-komünal temelde ekonomik alanı yeniden inşa etmektir.
Ekonomik alanda öz-savunma, gelenek-bugün ve gelecek bütünlüğünü esas alır. Bu temelde toplum, ekonomik alanla ilgili geleneksel değerleri ile günümüzde ortaya çıkardığı birikimleri korur. Bununla birlikte kendisinin devraldığı mirası zenginleştirerek sonraki nesillere ve tüm insanlığa bırakmayı en kutsal görevlerden sayar. Var olanı zenginleştirerek korumak kadar yeniyi de yaratmak komünal ekonominin öz-savunma anlayışının temeli olmak durumundadır. Coğrafyanın sunduğu toprak, su, orman, bitki örtüsü, madenler ve diğer zenginliklerin, merkezi ulus-devlet ve tekelci sermaye güçleri ile onların yerli işbirlikçileri tarafından talan edilmesinin önüne geçilir. En küçük maddi değerden, en büyük kazanıma kadar, toplumun maddi kültür birikimlerine yönelik saldırılar engellenir. Ulus-devlet ve tekelci kapitalist güçlerin toplum ve coğrafya üzerinde yürüttükleri sömürü ve talan uygulamaları boşa çıkarılır. Ekonomik talan ve gaspı gerçekleştiren kurumlar işlevsizleştirilir. Bu güçlerin, toplumun ekonomisini çökertme, fakirleştirme, iradesizleştirme, toplumun üyelerini ekonomik alanla ilgili olarak devşirme ve ajanlaştırma siyaseti işlevsizleştirilir. Bir yandan toplumun ahlaki-politik varlığı önündeki engeller aşılırken diğer yandan toplum demokratik komünal temelde kendi ekonomik alanını inşa eder. Ekonomik öz-savunma, sadece doğrudan ekonomik faaliyet ve değerleri korumayı kapsamaz. Toplumun emeğiyle ortaya çıkan, ona ait olup ona hizmet eden tüm varlıklar, kurumlar ve değerler ekonomik öz-savunmanın kapsamına girer. Örneğin su kaynaklarının devlet ve/veya özel sermaye tarafından enerji sağlama-baraj yapma bahanesiyle talan edilmesini, bir kültür kurumu ve/veya halkın başka bir kurumuna ait binaya baskın yapılıp zarar verilmesini, bir ormanın yakılmasını engellemek gibi çabalar da ekonomik öz-savunma faaliyetidir. Ulus devletin değişik gerekçelerle yasa-hukuk kılıfı altında kestiği yüksek vergilerin ve mali cezaların, toplumu ve bireyleri ekonomik olarak çökertme amaçlı oldukları ortadadır. Bu bilinçle hareket edilmesi de ekonomik öz-savunma alanına girer.